MİTOLOJİ NEDİR ?


İnsan yaşadığı ortamdaki yeri ve yakın çevresiyle olan ilişkileriyle yetinmemiş, daima dünya hakkında bazı şeyler düşünmüştür. Dünyanın niçin böyle olduğunu merak etmiştir. Kendi varlığını da etkileyen belirli bazı şeylerin hangi nedenlerle, nasıl bir düzenle olduğunu uzun uzun düşünmekten geri kalmamıştır. Bugün, bilim adamları ve yüksek seviyede gelişmiş olan çeşitli bilimler, evrendeki olay ve olguları sağlam esaslar üzerine dayanarak açıklamaktadır. Fakat eski çağlarda insanlar bu tür açıklamalardan yoksundu.

O çağlarda yaşayan insanın anla yamadığı, akıl erdiremediği şeyler karşısındaki durumunu bir düşünün. Güneş niçin, nasıl böyle şaşmaz bir düzenle doğuyor ve aynı şekilde batıyordu? Neden değişik mevsimler vardı?Yıldızların aslı neydi? Neden göze göründüğü gibi hareket ediyorlardı?

Sonra insanın kendi hayatındaki bazı şeylerin de nedeni, nasıl olduğu bilinmiyordu. Olaylar niçin önceden kestirilemiyordu? Rüyaların anlamı neydi? İnsanlar niçin hasta oluyorlardı? İnsan nereden geliyor ve öldükten sonra nereye gidiyordu? Dünya nasıl yaratılmıştı?

İlkel insanlar bütün bu soruları kendi kendilerine tekrar tekrar soruyor ve cevaplarını arıyorlardı. Dünyanın değişik bölgelerindeki insanların değişik yorum ve açıklamaları vardı. Gene de, değişik toplumların aynı konulara ilişkin açıklama ve yorumlarında, temel bakımından yer yer birbirine uygunluklar,üç aşağı beş yukarı benzerlikler görülüyordu. Söz -konusu yorum ve açıklamaların içerdiği gerçekten ilginç, efsanemsi bölümler "myth-mit" diye tanımlanırdı. Mitlerin bir araya gelmesinden,bütünlenmesinden de "mitoloji" doğmuştur.

İlkel insanlar ve onları izleyenler ,dünyayı.dünyadaki her şeyi "insanlaştırmağa",daha doğrusu "kişileştirmeye" çalıştılar. Mitleri ile bunu yaptılar. Çevrelerinde kendilerini korkutan, düşündüren, saygı duymağa zorlayan ne varsa, bunların kendilerine benzeyen,düşünebilen,çok kudretli "kişiler" olarak tasavvur ettiler. Bu tür hayvanlar,bitkiler,bütün yıldızlar, nehirler,güneş, ay,gizli,sihirli kudretlere sahip tanrılar olarak şekillendi. O gözle bakılır oldu. Yaptıklarına, yararlı ya da yararsız olmalarına göre,bunlardan bazıları iyi, şefkatli,yardımcı,koruyucu,bazıları da kötü ve tehlikeliydi ,cezalandırıcıydı.

Onları düşünebilen, duyan kudretler ,tanrılar olarak tahayyül ettikleri için, onlara seslerini duyurabileceklerini,yalvarabileceklerini varsaydılar. Güneştanrı'nın,bitkilerin, ekinlerin büyümesi için ışıklarını esirgememesini dilediler. Bunun için dualar ettiler. Zamanı gelince, yağmurtanrı'dan yağmur dileğinde bulundular.

Böylece,değişik tanrılara karşı tutum ve davranışlarının esaslarına göre törenler,gelenekler doğdu. Belirli bir tanrıya dua etmenin,ondan bazı şeyler istemenin yolu yordamı vardı.

Bu işi usulüyle,gerektiği gibi yapmazlarsa,tanrı kızacaktı. Gazaba gelecek, onları isteklerinden yoksun bırakmak bir yana, şiddetle cezalandıracaktı. Tanrılarla ilişkilerini iyi şekilde devam ettirmenin çaresi, törenleri düzeniyle, hiç ak satmaksızın yapmaktı. Böylelikle, isteklerinin yerine geleceğine, varlıklarının korunacağına, hayatlarının mutlu olacağına, kendilerini korkutan,dehşet veren, zarar getiren olayları kontrol altına alabileceklerine inanıyorlardı.

Zamanla,tanrıları memnun etmek için onlara kurbanlar adamak töresi doğdu.Dağınık inanışlar, kesin çizgiler almamış inançlar belirli bir düzene sokuldu. İşte bunlar, değişik toplumların renkli kişilerle zenginleşen.efsanelerle süslenen mitolojilerini meydana getirdi. Eski Mısır mitolojisi, eski Yunan mitolojisi,Roma mitolojisi, Cermen (Germen) mitolojisi,bu alanda sayılabilecek en zengin mitolojilerden örneklerdir.

ANESTEZİ NEDİR ?

Genel anlamda anestezi,ameliyat,ya da herhangi bir cerrahı müdahale öncesi, insan ve hayvanların vücudunun bütününde veya belirli bir kesimindeki duyunun (hissin) yok edilmesi demektir.

Bunların dışında bir de kendiliğinden, bazı nedenler dolayısıyla olan anestezi hali varsa da, konumuzun dışında kalmaktadır. Özel ve belirli bir amaçla uygulanan anestezi iki çeşittir :

1 - Genel anestezi:Bu tür anestezide,hastanın acı,ağrı duymaması için uygulanan şey, vücudun bütünündeki duyuyu geçici bir süre için yok eder. Kullanılan anestezi maddesi, sinir sisteminin bütününü etkiler. Halk arasında bu tür anestezi "uyutma" diye tanımlanır.

2 - Lokal (yerel-mevziî) anestezi: Vücudun sadece müdahale edilecek bölgesinde geçici bir duyusuzluk (hissizlik) yaratır. O bölgede acı duyulması önlenmiş olur.

Anestezide ana amaç,acının kontrol altına alınmasıdır. İnsanlar,çok eski tarihlerden beri bu alanda bazı uygulamalar yapmışlardır. M. S. birinci yüzyılda yazılmış olan bir tıp kitabında, "uyutucu" bazı ilaçlardan söz edilmiştir. Doğu'da aynı uygulamanın bu tarihten önce de yapıldığını güvenilir kaynaklardan biliyoruz. Belirli bazı otlar,gazlar,yağlar,hatta hipnotizma (ipnotizma),geçmişte yaygın ölçüde anestezi uygulamaları olarak kullanılmıştır.

Modern anestetikler (kloroform,nitrik asiteter ve etileni kullanılmadan önce bütün ameliyatlar hastaya dayanılmaz acı verir,dolayısıyla ameliyatın iyileştirici etkisine karşı bir dayanıksızlığa sebep olurdu. Modern cerrahî, ancak acının azaltılması,hastanın sükûn ve dayanıklılığının sağlanabilme-sinden sonra yüksek oranda başarılı sonuçlar vermiştir.

Daha yukarda değinmiş olduğumuz gibi, anestetik maddelerin çoğu gazdır. Bunu koklayarak soluyan hasta, geçici bir süre için bilincini kaybeder. Başka türlü söylemek gerekirse kendinden geçer. Ayrıca, kan dolaşımına enjekte edilen (iğneyle verilen) anestetik maddeler de vardır. Özellikle "lokal -yerel" anestezi, ameliyat edilecek uzuva ve çevresine bu bölgedeki duyuyu geçici bir süre için öldürecek ilaçların enjeksiyonuyla yapılır.

Lokal-yerel anestetik olan kullanılan ilaçların en önemlileri, kokain, novakain, morfin gibi maddelerdir. Bir hastaya anestezi uygulanmasında dikkat edilecek en önemli husus, hastanın vücudunun (kalbinin, ciğerlerinin, sinir sisteminin, vs.) durumunu, tepkilerini önceden kontrol etmektir.

BALİNA NİÇİN SU FIŞKIRTIR ?


Balina bir balıktır ama, aynı zamanda memeli hayvanlar türündendir. Başka türlü söylemek gerekirse ,yavrularını yumurtayla,yumurtlayarak değil, doğurarak dünyaya getiren sıcak kanlı hayvanlar gurubuna girer. Yavru balina, tıpkı öteki memelilerde olduğu gibi annesinin sütüyle beslenerek büyür.

Bu açıklamadan çıkan sonuç, balinanın da denizde yaşayan diğer bazı memeliler gibi,bir zamanlar karada yaşayan atalarının soyundan geldiğidir. Zamanla kendilerini suda yaşamağa uydurmuş olan balinaların bu hale gelmesi, kuşkusuz binlerce, milyonlarca yıllık bir değişimin sonucudur.

Balinalar solungaçlarla değil,ciğerleriyle soluk alıp verirler. Zamanla oluşan en büyük ve en önemli değişim, onların solunum sistemindedir. Burun delikleri başlarının ön kısmında ve tepededir. Balinalar suyun altında bulundukları süre burun delikleri küçük sübabçıklar vasıtasıyla kapalıdır. Hava ağızlarından ayrı tutulmuş durumdadır.Dolayısıyla ciğerlerine su almak tehlikesi söz konusu değildir.Ciğerdeki kullanılmış havayı verir. Bunu yaparken,uzaklardan,belirli bir mesafeden işitilebilecek bir ses çıkarır işte bu esnada görülen fışkırma aslında su değil, kullanılmış havadır.Sadece su buharıyla yüklüdür.

Böylece soluk alan balina,ciğerlerine yeterince hava gönderinceye kadar yüzeyde kalır. Birkaç kez soluk alır ve her seferinde aynı fışkırma görülür. Sonra suya dalar. Bazı balinaların 600 metreye kadar dalabildikleri tespit edilmiştir.Büyük balinalar,sudan çıktıklarında kuyruklarını çırparcasına hareket ettirir,hatta sudan yukarı sıçrarlar.

Bir balina genellikle her beş veya on dakikada soluk almağa çıkar. Fakat suyun altında üç çeyrek saat (45 dakika) kaldığı da olabilir.

PARMAK İZİ NEZAMAN KULLANILDI ?


İnsanlar uzun sayılabilecek bir süreden beri parmak izlerinin değişik biçimlerde olduğunu bilmektedirler. Gerçekten de, Çinliler yüzlerce yıl parmak izinden çeşitli amaçlarla ve değişik şekillerde yararlanmışlardı.

Fakat parmak izinin suçluların araştırılması ve bulunması bakımından bilimsel bir değer kazanması, geçmişin karanlıklarında kalmayan yakın bir tarihte başlamıştır. Parmak izinin suçluların teşhisi bakımından kullanılmasını ilk olarak öneren kimse,1880 yılında İngiltere'de Dr. Henry Faulds'dur.

1892 de ünlü bir İngiliz bilim adamı olan Sör Francis Gatton,iki parmak izinin birbirine benzemediğini bilimsel bir gerçek niteliğiyle ortaya koydu. Parmak izi kayıtlarıyla ilk koleksiyonu yapan da aynı kişidir.

İngiliz Hükümeti,Sör Francis Galton'un ortaya sürdüğü şeyle yakından ilgilendi ve suçluların parmak izlerinden araştırılıp bulunmalarını hedef tutan,bu doğrultuda çalışmalar yapacak bir komisyonun kurulmasını istedi. Söz konusu komisyonun üyelerinden biri olan Sör Edward Henry, sonradan ünlü İngiliz polis örgütü Scotland Yard'ın başına getirilmiştir.

Sör Henry,parmak izlerinin alınması ve sınıflandırılması için bir sistem uyguladı. Sistemin uygulanması çok ağırdı. İki gurup parmak izinin karşılaştırılması dünyanın zamanını alıyordu. Oysa polis soruşturmalarında ve suçlunun bulunmasında zamanın nice önem taşıdığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

Sör Henry'nin sistemine göre,bütün parmak izleri çizgilerin şekillenişine dayanan tiplere ayrılıyordu.Örnekte sabit noktalar arasında kalan kabarık çizgiciklerin sayılmasıyla bu parmağın her birini belirli bir guruba koymak olanağı vardır. Tam bir sınıflandırma için, 10 parmak bir ünite olarak kabul ediliyordu. Sistemin geliştirilmesiyle,parmak izleri dosyalanmağa başladı.

Halen FBI arşivinde 100.000.000 parmak izi kartı bulunmaktadır.

EINSTEIN KİMDİR ?


Hayatlarını, çalışmalarını,buluş ve eserlerini okuyup öğrendiğiniz bilim adamlarının çoğu,mikroskoplar, teleskoplar , bir takım makineler ya da laboratuar aletleriyle çalışmışlardır. Sorunlarını çözmek,düşüncelerini,tasarılarını,fikirlerini gerçekleştirip uygulamak için deneyler yapmışlardır.

Albert Einstein (Aynştayn)başka tür bir bilim adamıdır. İcatlarını, buluşlarını laboratuarda değil, kafasının içinde,aklında yapan kuramsal (teorisyen) bir fizikçidir.Aynştayn, teorilerini ispatlamak için deneyler yapmak gereğini duymamıştır. Bütün dehasını,yeteneklerini,fikirlerini geliştirmek karşısına aldığı soru ve sorunları cevaplayıp çözümlemek , düşüncelerini matematik formüllerine dönüştürmek, böylece ortaya koymak yolunda harcamıştır.

Aynştayn’ın bazı teorileri, bu teorilerin ileri sürüldüğü , ortaya konulduğu zamanın çok ilerisindedir.Öyle ki,söz konusu teorilerin uygulamaya dökülebilmesi için, bilimsel araç ve gereçlerin daha gelişmiş, daha mükemmellerinin icat edileceği zamana kadar uzun yılların geçmesi gerekmişti. Bu teorilerden birinde hiç kimsenin görmemiş olduğu belirli bir yıldızın varlığı öne sürülüyordu. Bir başka teori, evrende bulunan bütün maddelerin en küçük parçası,bölünmez cüzü olarak kabul edilen atomla ilgiliydi. Gerçekte atomun daha küçük zerreciklerden oluştuğu açıklanıyordu. Nitekim her iki teorinin de doğru olduğu ispatlanmıştır.

Albert Aynştayn,dünyaya,insanlığa,evrenin kanunlarının açıklanmasında yardımcı ve yararlı olan sayısız yeni matematiksel formül vermiştir. Işık, enerji, hareket, yerçekimi, uzay ve zaman gibi esrarengiz kavramlar konusunda, bunların anlaşılması,çözümlenmesi bakımından,dünyaya Aynştayn kadar yararlı olmuş bir kimse daha yoktur.

Aynştayn, Almanya'da küçük bir şehir olan Ulm'da doğmuştu. Babasının küçük bir elektrik aletleri fabrikasına sahip olduğu Münih şehrinin varoşlarında (dış, kenar mahallelerinde)yetişti. Çocukken.ilerde nasıl bir adam olacağının en ufak belirtilerine sahip değildi. Öğretmenleri onu “donuk,zihni tersine işleyen" bir çocuk diye tanımlıyorlardı.

Gerçekte Aynştayn son derece zekiydi.12 yaşındayken kendi kendine geometri öğrenmişti.



ATOM BOMBASININ TEMEL FORMÜLÜ

2. Dünya Savaşı'na kesin son sağlayan atom bombası, Aynştayn'ın 1905 yılında ortaya koyduğu bir gerçeğin ürünüdür. Eskiden bir maddenin yaratılamayacağı ve yok edilemeyeceği kuramı geçerliyken, Aynştayn maddenin enerjiye ,enerjinin de maddeye dönüşebileceğini ileri sürmüştür.

E =enerji M= kitle C=ışığın hızı

olarak kabul edildiğinde,bu gerçeği

E=MC2

formülü ile ortaya koymuştur.



Babası fabrikada çalışması için zorladı.Fakat Aynştayn öğrenimine devam etmek arzusundaydı. Özellikle matematik ve fizikle ilgileniyordu.

Bir fizik öğretmeni olmağa karar verdi. İsviçre'de Zürih şehrine gitti. Orada Politeknik Akademisi'ne girdi. İyi dereceyle mezun oldu. Öğrenimini tamamlarken,sonradan eşi olacak Mileva Mareç adında bir öğrenciyle de tanışmıştı.

Okulu bitirdikten sonra fizik öğretmeni olarak uygun bir iş bulamadı. Özel dersler veriyordu ama el ine, geçen para azdı. Ancak o da güçlükle boğazına yetiyordu. 1902 yılında, İsviçre Patent Ofisinde memur oldu. İşin parası azdı ama kolaydı. Çok az vaktini alıyor, asıl ilgilendiği şeylerle meşgul olabilmesi için bol zamanı kalıyordu.

Bundan sonraki üç yılın her dakikasını,zaman ve uzay konusunda yeni matematiksel açıklamalar getirecek bazı formüller üzerinde harcadı. 1905 yılında henüz 26 yaşındayken, kendine dünya ölçüsünde ün kazandıracak olan "İzafiyetin Özel Teorisi" isimli eserini bastırdı. Bazı bilim adamları,bu eseri "dünya tarihinde en önemli belge" diye tanımışlardır.

Aynştayn'ın İzafiyet Teorisi, bilim adamı arkadaşları arasında pek coşkuyla karşılanmadı. Bunun nedeni, onların kendi çalışma ve eserlerindeki nice yanlış ve yanıltının ortaya dökülmesiydi. 1912 de karşı tavır silindi.Herkes onun büyüklüğünü kabul etti. Teorisi çok karmaşıktı. Fakat matematikçilerin ve fizikçilerin uzun yıllardan beri bocaladıkları,çözümleyemedikleri sayısız sorunu cevaplandırıyordu.

İsviçre Patent Dairesindeki silik,belirsiz katip,dünya çapında ün kazanmıştı. Avrupa üniversitelerinde dersler vermeğe çağrıldı. Profesörlerden biri "yeni bir Kopernik doğmuştur" dedi. 1914 yılında, Berlin Üniversitesinde fizik profesörü oldu. Orada, Nobel Armağanını kazandığı 1921'e kadar dokuz yıl kaldı.

1933 yılında ansızın bütün hayatı yön değiştirdi. Adolf Hitler adında hırslı,kana susamış bir çılgın, Almanya'da diktatör olmuştu.Hitler ve omuzdaşları,"üstün Cermen ırkı" saplantısıyla Yahudilere karşıydılar. Aynştayn Hitler'e ve Nazilerin zorbalıklarına, zulümlerine karşı bir tavır takındı. Hitler de onun evini yıktırdı, malına mülküne el koydu.Tutuklanması için büyük paralar vaat etti. Dünyanın onurlandırdığı Aynştayn,yersiz,yurtsuz bir mülteci durumuna düşmüştü. Sonra Amerika'dan çağrıldı. 1933 yılında Princeton'a geldi. 22 yıl orada yaşadı. 1940 yılında Amerikan vatandaşlığına geçti.

1945 yılında 2. Dünya Savaşını sonuçlandıran atom bombası Amerikalılar tarafından atıldığı zaman,Aynştayn bilimin ölüm ve yıkımlar amacıyla kullanılmasından büyük üzüntüye kapıldı. Bütün uluslara bir çağrıda bulundu.Barışçı bir dünya devletinin kurulmasını istedi. 1955 de öldüğü zaman 76 yaşındaydı.

DONANIM NEDİR ?

Donanım tanım olarak basitçe,bilgisayarın fiziksel parçalarıdır.(kasa,monitor,ekr an kartı,ses kartı,işlemci... bunlar donanımdır)
her donanımın bilgisayar üzeinde farklı görevleri vardır.
DONANIM YAPISI

CPU: Central Processing Unit ( Merkezi İşlem Birimi). Ana İşlem Ünitesi, Merkezi İşlemci ya da kısaca işlemci.
Bilgisayarın program komutlarını bellekten aldıktan sonra kodlarını çözen ve karşılığı olan işlemleri yerine getiren merkez birimi. CPU genellikle bilgisayarın beyni olarak tanımlanır. Çünkü tüm işlemler CPU tarafından yapılır. Bu nedenle bir bilgisayarın işlem yeteneği ve hızı işlemcisinin yeteneği ve hızıyla doğrudan ilgilidir.

HARDDISK: Sabit disk.
Bilgisayarlarda bilgi depolama ünitesi. Sabit diskler büyük miktarda bilgiyi uzun süreli olarak saklamak için kullanılan manyetik disklerdir. Genellikle taşınabilir olma özelliği yoktur. Zaten bu yüzden de sabit disk adını almışlardır. Bilgisayar kasasının içinde kendileri için ayrılmış yuvalara yerleştirilirler. Sabit diskler özellikle disketlerle karşılaştırıldığında çok büyük miktarda bilgi depolama özelliğine sahiptirler.

DISK DRIVE: Disk sürücü.
Diske veri yazan ya da okuyan birim. Disk sürücüler okuyup yazdıkları disk tipine göre çeşitli isimler alır: Disketlere okuyup yazan disket sürücüler, optik disklere okuyup yazan optik sürücüler gibi...genelde, disk sürücü dendiğinde sabit disk sürücü kastedilir. Disk sürücüler bilgisayarın içine yerleştirilebileceği gibi, bir dış ünite olarak da bağlanabilir.

MAINBOARD: Ana kart.
Bilgisayarlardaki temel devre ve bileşenleri üzerinde bulunduran kart. Ana kart, CPU, BIOS, bellek, depolama aygıtı arabirimleri, seri ve paralel portlar, genişleme yuvaları ve ekran, klavye gibi çevre ünitelerinin denetleyicilerini bulundurur. Bir PC’ yi daha iyi bir modele çevirmek için ana kartı değiştirmek gerekir. Ana kartla birlikte sadece CPU değil, ROM ve ana bellek de daha iyi modele geçirilmiş olur. Ancak bu işlem sırasında genişleme kartlarının yeni ana kartla uyumlu olmasına dikkat edilmelidir.

RAM: Random Access Memory. Rasgele Erişimli Bellek.
Herhangi bir noktasına doğrudan erişilebilen bellek tipi. Bir bilgisayarın ne kadar RAM’a sahip olması gerektiği, kullandığı işletim sistemi ve çalıştıracağı programların ihtiyaçlarına bağlıdır. Özellikle grafik kullanıcı yüzüne sahip işletim sistemleri daha çok RAM kullanır.

ROM: Read Only Memory. Salt Okunur Bellek.
İçerdiği verilerin üzerine sadece bir kere yazıldığı ve bir daha değiştirilemediği bellek tipi. ROM’ lar bilgisayarlarda hiç değişmeyecek ancak sürekli kullanılan bazı programları saklamak için kullanılır. Bilgisayarın yüklenmesini sağlayan ana program gibi... Bir ROM yongası üreticisinden çıktığında içeriği belirlenmiştir. ROM’ ların RAM’ lerden en önemli farkı, elektrik akımı kesildiğinde RAM’ lerin sakladıkları bilgileri kaybetmelerine rağmen, ROM’ ların etkilenmemeleridir.

SÜRÜCÜLER :
Disketlerin çalıştırma biçimleridir.bilgisayarda sürücü isimlerinin sonuna “ : ” işareti bırakılarak yazılır.Bir bilgisayar genel olarak aşağıdaki sürücü çeşitlerine sahiptir. En fazla 6 adettir.Bunlar;

1=A Disket 4=D Harddisk

2=B Disket 5=E CD-ROM

3=C Harddisk 6=F Novell

HARD DISK(SABİT DİSK) Bilgileri silinmeyen manyetik ortamlarda tutma ve geniş hacimli bilgilere hızlı olarak ulaşmak için kullanılan giriş ve çıkış birimidir. Disketten farkı;büyük kapasiteli hızlı ve PC içerisinde sabit olmasıdır.

CD-ROM: Compact Disk-Read Only Memory.
Yüksek kapasitede bilgi depolamak için kullanılan optik disklerdir. CD-ROM’ ların üzerine bilgiyi kaydedebilmek için özel araç kullanılır.

DVD-ROM: Dijital Versatile Disk.
CD-Rom’ların yerini alması beklenen yeni bir optik disk teknolojisi. 133 dakikalık bir filmin tek bir diskte tutulması sağlanabilecek DVD-Romlarla. DVD-Rom oynatıcı denilen aletlerin normal CD-Romları da oynatması söz konusu.

MONITOR: Ekran.
Bilgisayarlarla kullanıcılar arasındaki görsel bağlantıyı sağlayan birim. Ekranlar büyüklüklerine, gösterdikleri renk sayısına ve destekledikleri çözünürlük oranlarına göre sınıflanır.

SOUND CARD: Ses kartı.
Bilgisayarın sesi işlemesini sağlayan genişleme kartı. Bir ses kartı olmadan bilgisayar sadece bip sesleri ve oldukça mekanik melodiler çıkarabilir. Oysa pek çok yazılım ve CD-ROM’ lar çok daha yüksek kalitede bir ses çıkışına ihtiyaç duyar. Ses kartları, karta bağlanan hoparlörler aracılığıyla dijital ses elde edilmesini sağlar.

MOUSE: Fare.
İmlecin ekran üzerindeki hareketlerini kontrol eden araç. Bir kablo ile bilgisayara bağlanan küçük bir araç olan fare, düz bir yüzeye sürterek kullanılır. Bu yüzeyde yapılan hareketler, benzer şekilde imlecin (cursor) de ekranda serbestçe hareket etmesini sağlar. Böylece imleç istenen nesne üzerine getirilebilir.

SCANNER: Tarayıcı.
Kağıda basılı yazı ve resimleri okuyup bilgisayarların anlayacağı biçime çeviren araç.

PRINTER: Yazıcı.
Bilgisayar ile üretilen metin ve resimleri kağıda basmak için kullanılan araç.

MODEM: Kısaltma, Modulator-Demodulator.
Telefon hatlarından veri aktarmakta kullanılan araçlar. Bilgisayarlar verileri dijital olarak saklarlar, ancak telefon hatları üzerinden gönderilen veriler analog yapıda olmalıdır. Bu yüzden modemler bilgisayarların dijital yapıda sakladıkları verileri analog yapıya çevirerek gönderme işini üstlenir. Bu işlemin tersi de yine modemler tarafından gerçekleştirilir. Telefon hatlarından analog yapıda gelen sinyalleri bilgisayarların anlayacağı dijital yapıya çevirirler.

BÜYÜMEMİZ NİÇİN DURUR ?


Ortalama, sağlıklı bir bebek doğduğu zaman 52-55 santim boyundadır. Bunu izleyen 20 yıl içinde, boyunun uzunluğu doğduğu zamankinin üç katını aşar.

Fakat büyüme niçin hayatı boyunca sürüp gitmez acaba? Vücudu daha fazla,alabildiğine büyümekten alıkoyan nedir? İnsan vücudunda "endokrin guddeleri" adı verilen bir guddeler sistemi vardır. Büyümemizi de bu guddeler sistemi kontrol eder.

Endokrin guddeleri sistemi, boyundaki "tiroid" ,beyine bağlı "pituiteri/hipofiz",göğüsteki "timus" ve "cinsiyet guddeleri"nden meydana gelmiştir. Hipofiz guddesi kemiklerimizin büyümesini düzenler. Eğer bu gudde gereğinden fazla,normal üstü çalışıyorsa,kollarımız ve bacaklarımız çok uzun, ellerimiz, ayaklarımız çok büyük olur. Gudde yeteri kadar çalışmıyorsa, cücemsi yapılar oluşur.

Bebek büyükçe bir "timus" guddesiyle doğar.Çocukluk esnasında bu gudde daha da büyür. Çocuk 13 veya 14 yaşına vardığı zaman, gudde küçülmeğe başlar. Söz konusu gudde ile cinsiyet guddeleri arasında kesin bir ilişki vardır. Timus guddesi çalışırken, cinsiyet guddeleri küçüktür. Cinsiyet guddelerinin gelişmeye başlamasıyla, bu guddenin çalışması durur. Bir insanın cinsel yönden tam olgunluğunun 22 yaş diye kabul edilmesi bundadır. Büyüme artık tamamen durmuş demektir.

Bazen cinsiyet guddeleri çabuk gelişir ve timus guddesinin çalışması çabuk yavaşlar. Bu, insanın ortalama boydan aşağı (kısa) olduğu durumlarda görülür.Bacaklarımız vücudun öteki kısımlarından daha sonra ve onlardan daha fazla geliştiği (büyüdüğü) için,erken gelişme hallerinde bacak kısa kalır. Çok erken gelişen kimselerin çoğunluklu tıkız yapılı olmalarının nedeni budur. Napoleon bu bakımdan seçkin bir örnek sayılabilir.

Cinsiyet guddeleri çok geç gelişirse, timus guddesi çalışmağa devam ediyor demektir. Sözkonusu kimse uzamağa devam eder, ortalama boyu aşar. Aslında 25 yaşından sonra büyüme (dolayısıyla uzama) çok enderdir. Belki hafif,belli belirsiz bir büyüme yarar. Böylece, 35-40 yaşlar arasında boyumuzun en uzun olduğu düzeye varılacaktır. Bundan sonra, her 10 yılda boyumuz 1 ile l. 5 santim kısalır. Sebebi, oynak yerlerdeki (mafsallardaki) kuruma,sertleşme halidir.

ALEVİLİK


Hz. Muhammed'in amcasının oğlu ve damadı Dördüncü Halife Ali'yi öbür sahabelerden ve diğer üç halifeden üstün tutan mezhep "Alevilik",bu mezhebe bağlı olanlar da Aleviler diye adlandırılır. Kelime sözlük anlamıyla "Ali'ye mensup" demektir. Hz. Ali'yi daha sağlığındayken en üstün sahabe olarak kabul edenlere de Alevi denmiştir. Kufeli komutan Maliki Ester bunlardan biridir. Alevilere İran'da "Göranlar" denir.

İmamlığın Ali'ye doğrudan doğruya Allah ve Peygamber tarafından verildiğini kabul edip buna inananlara "Şia-i Aleviye" adı verilmiştir. Mezhep sonradan birçok kollara ayrılmıştır. Yemen'deki Zeydiye mezhebi ve Suriye'deki Mütvali'ler buna örnek olarak gösterilebilir. İslamda ilk ayrılık hareketi olan Alevilik,tarih boyunca şöyle bir düzenle süregelmiştir: a) Ali'nin Allah ve Mehdi olduğuna inanan ilk Aleviler. Bu inanış ilk önce San'alı bir yahudi olan İbni Sebe'nin telkiniyle başlamış, Hz. Ali, İbni Sebe'yi yanından sürmüş,kendine tanrılık yakıştıranları da Kufe'de ateşe attırmıştır. b) Ayrı Alevi kollarını bir araya toplayan ve inançlarında islamlığa aykırı unsurlar bulunduğu için İmam Carüssatlik tarafından reddedilen, lanetlenen Ebu Mansurül İslı ve Ebul Hattab Muhammedül Esedi'nin telkinleriyle meydana çıkan İsmailfye.İsmailîlere 'Yedi İmam Mezhebi'mensupları da denir. Horasan'dan Türkistan'a, Yemen'e, Endülüs'e kadar yayılmışlardır. Mısır'da Fatımi halifeliği bunlar tarafından kurulmuştur.

c) Yeni Alevilik hareketi. Mustansır-ı Alevi'nin,ünlü İranlı şair Nasırı Husrev'i Maveraünnehir'e, Hasan Sabbah'ı da İran'a göndermesiyle,bunların oradaki propaganda ve eylemleriyle yayılmış olan yeni Alevilik hareketi 'Dâvet-i Cedide',yani 'Yeni Çağrı' diye de bilinir. Alevilik en geniş yayılma alanını İran'da bulmuştur. Anadolu'da Kızılbaşlık, Tahtacılık deyimleri Alevilikle eşanlamlıdır. Kızılbaş deyimi, Şah İsmail Safevi erlerinin kırmızı başlık giymelerinden gelmektedir. Alevilik İslam tarihinde birçok ihtilal ve savaşın oluşunda etkin bir faktör rolü oynamıştır. Anadolu'daki Alevilik Batınilik'le etkilenmemiş, Yesevilik,Kalenderilik,Hayderilik gibi Türk tarikatları ve Huruflik'le etkilenmiştir.

Muharrem ayında dört hafta yas tutulur. Her Cuma günü, kadınların da katıldığı Görgü ayini veya Ayini Cem yapılır. Bu ayinlerin küçükleri 'dernek' diye isimlendirilir.

Alevilikte on iki hizmet vardır. Bunlar şöylece sayılabilir: Mürşitlik,pirlik,halifelik, zakirlik,hizmetleri adamına göre dağıtmakla görevli cemiyet basıcılık, meydanı açıp dedenin önüne seccade yayan, muhasip kavline girenlere rehberlik eden nakip,ayinden önceki meclise katılan dede ve büyüklere hizmet eden,kurbanı meydana getiren, yemeği paylaştıran hadim, çeragcılık, gözcülük, tarikatçılık, sakalık,ferraşlık.

Dedeler tarafından yönetilen köy örgenlerine "ocaklar" , pirler tarafından yönetilen ocaklar birliğine de "mürşit yuvaları" adı verilir. Alevilik, "her şeye malik ola ve hiç bir şeye malik olmaya" ilkesiyle toplumcu bir görüşe dayanır. Mezhebin töresel disiplini, "eline,beline,diline sahip olmak" şeklinde özetlenebilir.

Bu ilkelerden sapanlar ve ayrılanlar,"düşkün etmek" diye belirlenen bir cezayla cezalandırılırlar. Hırsızlara ocak cezaları verilir. Sakalları,bıyıkları kesilir. Katiller için kısas uygulanır. Yalancının, sır açığa vuranın dili dağlanır. Suçluya 40 gün selam verilmez. Hayvanları sürüden çıkarılır. Türkiye'de yaşayan Alevilerin sayısı kesinlikle bilinmemektedir. Edirne, Kırklareli, Eskişehir, Sivas, Çorum, Erzincan, Antalya ve Hatay illerinde alevi köyleri vardır. Alevilerin ve eski şaman Türklerinin arasında büyük inanç benzerlikleri olduğu bilinmektedir. Orman ve kayın ağacının kutsal sayı İması, ayinde etrafa rakı veya su serpilmesi, görgü ayinlerinde nefes ve deyişlerin okunması,saz çalınması,kurban edilen hayvandan kalan artıkların toplanıp gömülmesi, bu inanç benzerliklerinin örnekleridir.

Alevilerin büyük tanıdıkları yedi şair, Nesimi, Fuzuli, Hatai (Şah İsmail Safevi),Pir Sultan Abdal,Kul Himmet, Yemini ve Virani'dir.

Günlük namaz rekatları 17 olan Aleviler, sadece farzları kılarlar. Bektaşiler gibi, Aleviler de Nevruz'u Hz. Ali'nin doğduğu gün kabul ederler.

RÜYA NEDİR ?

Geçici ölüm denilen uykuda görülen garip haller... Niçin ve ne surette rüya görüyoruz? Bu bir fenomendir. İlk insan'ın yaratılışından bu güne kadar filozoflar, bilim adamları çeşitli şekillerde açıklamışlar, düşünmüşler, fakat rüyayı kesin bir şekilde belirleyememişlerdir. Ancak şu kadarını bilmemizde fayda vardır ki rüya, büyük ve soyut bir dünyadır.

Aynı zamanda rüya, öldükten sonraki yaşantımız ile de ilişkilidir. Bu ilişkiyi yakalamak, temiz duygu ve ruh temizliğiyle ancak mümkün olabilmektedir. Rüya ile çok ince gerçekler keşfedilmiş ve sonsuza kadar da keşfedilmeye devam edilecektir. Chicago üniversitesi uyku araştırmalarından Allan Rechtschaffen uykunun hiç bir fonksiyonu olmadığını tespit etmiştir. Adale yorgunluklarının azalmasına rağmen vücudun dinlenmesi için uykuya ihtiyacı olmadığını söylemiştir. Çünkü vücudumuzdaki hücrelerin kendi kendilerini tamir etme yeteneği vardır. Araştırmacıların tespitlerine göre bu esnada faaliyetten uzak olmasına, ya dinlenme veya uyku durumunda bulunmasına da gerek yoktur. Uyku sırasında alınan EEG kayıtları üzerinde yapılan incelemelerde beyinde faaliyetsizlik görülmemiştir.

İngiltere Milli Fizik Laboratuarı Kompütür bilimleri bölümünde psikolog araştırmacı Dr. Evans'a göre uykunun tek maksadı rüya görmemiz için, zemin hazırlamasıdır. Stanford Tıp Merkezi Uyku Kliniği doktoru Dr.William Dument'in görüşüne göre ise; rüya görmek son derece önemlidir. Rüyalar fiziki dengenin oluşmasını sağlamaktadır.


Bilimsel Tarif

Biyoloji süratle gelişirken rüyaları bilinç altındaki beyin olaylarına bağladı. Ne var ki, rüyaların zamanı aşan farklılıkları kimsenin gözünden kaçmış değildir. İstisna denerek uzun süre konuya ters açıdan bakıldı.

Ünlü bir bilim adamı "Fizik ve Biyolojide istisna olmaz. Tek bir olayın bile açıklanması gerekir." hükmü ile metafizik olaylara bilimsel bir kapı araladı.

Rüyalar metafizik bir olaydır. İç dünyamızdan doğar. Zaman ötesi nitelikleri ile birlikte bilinç altına yansıyarak bize ulaşır. Bu arada bilincin ve şuur altının şekillerine ve fotoğraflarına bürünür.

Zaten eski psikiatristlerin rüyaları bilinç altı diye nitelendirmesi onların bu özelliklerinden gelir. Hatta iç dünyadan gelen rüya olayının bilinç altında doğmaz. İçimizdeki ben den bize gelen mesajlardır. Bunun önemli delilleri vardır.

Rüyalar çok kısa sürede görülür. Uyandığımız zaman 15 - 20 dakika anlattığımız rüya bilimsel olarak ispatlanmıştır ki, bir kaç saniyede görülmüştür. İç dünyadaki kişiliğimizin madde ötesi olması sebebi ile rüyalarda zaman ötesinde cereyan eder. Birkaç saniyelik süre rüyanın şuur altına, oradan bilince geçmesi süresidir. Yoksa rüyada zaman sıfırdır.

Rüyalarda bir iç spiker vardır. Gördüğümüz bir rüyayı anlatırken "Bir şehre gitmiştim. Orası filanca şehirmiş. Bir kimse gördüm o filanca imiş." dediğimiz zaman bu bilgiyi bize birinin görünmeden söylediğini fark ederiz. İşte bu spiker iç dünyamızdaki ben, asıl kişiliğimizdir.

Rüyalar bazen açıkça bazen üstü kapalı olaylara bürünmüş olarak geleceği haber vermektedir. Bilim tarihinde ve günlük hayatımızda geleceği olduğu gibi gösteren rüyalara sık rastlanmıştır. Bilim tarihine geçen bu tarz ünlü bir rüya Abraham Linkol' ün rüyasıdır.

Bazı rüyalar açık değildir şekillere bürünmüş gizlenmiştir. Bu rüyanın şuur altından geçerken aldığı fotoğraflardan meydana gelen karışık bir şekildir. Rüya yorumu bu karışık şekillerin analizi anlamını taşımaktadır. Gelecekten haber veren içimizdeki öz varlığımız, ölümsüz olan madde ötesi yanımızdır.

Rüya Türleri
Uzmanlara göre uyku birkaç devreden oluşmaktadır. Uykusu gelen insan yatağına yatar ve gözlerini kapatır. Kısa süre sonra göz kapakları belli belirsiz titremeye başlar. İnsan o sırada uykuya dalmıştır ve rüya görmektedir. Bazen doktorlar, hastalarına belirli ilaçlar verirler. Bu ilaçlar uykuyu derinleştirebilir ve rüyaları da etkileyebilir. Bu durumda rüya da görülmeyebilir. Ancak ilaç almadan uyuyan bir insan mutlaka rüya görür. Rüyalar renkli ya da siyah beyaz olabilir. İnsanların çoğu, siyah beyaz rüya gördüklerini söylemektedirler. Yapılan araştırmalara göre kadınlar erkeklere göre daha renkli rüyalar görmektedirler.

Rüyalar, genel olarak üçe ayrılmaktadırlar. Kafası yorgun, devamlı bir konuyla ilgilenen kimse uyuduğunda rüyasında karmakarışık şeyler görebilir. Veya bu insan ilgilendiği, önem verdiği konuyu da görebilir.

Bu tür rüyalar yorumlanmazlar. Örneğin, televizyonda veya başka bir yerde heyecanlı bir sinema izleyen kişi rüyasında aynı şeyleri görebilir. Bu durum sadece etkisinde kalmaktır. Yani gerçek rüya değildir.

İkinci tür kabus veya karabasan denilen rüyadır. Bunlar genellikle iyi başlar. Uyuyan kimse hoş bir olay vb. ile ilgilendiğini görür ve sonra bu rüya birden korkutucu bir hal almaya başlar. Güzel görüntü değişerek insana dehşet verir. Kabusların açıklamasını sinir doktorları ve psikanalistler yapmaktadırlar. Yani bu tür rüyalar yorumlanmazlar. Kabusları, rüyada bir kez görülen korkutucu sahnelerle karıştırmamak lazımdır. Karabasan gören insan korkar. Bir ara rüyada olduğunu hissederek uyanmak ister. Bunu başaramaz. Ama uyandığını sanır ve bu sırada kabus devam eder. Her insan ömründe birkaç kez kabus görebilir. Fakat sık sık karabasan görenlerin bazı olaylar, rahatsızlık vb. yüzünden sinirleri sarsılmış olabilir. Bu kimselerin doktorlarıyla konuşmaları faydalı olabilir.

Üçüncü tür rüya olduğu gibi çıkandır. Böyle rüyalar çok değerlidir. Genellikle sezgisi güçlü olanlar, medyumlar hemen çıkan rüyalar görürler. Örneğin insan rüyasında yıllardır rastlamadığı ahbabını görebilir. Onunla konuşabilir. Bu rüyadan kısa bir süre sonra o ahbabı karşısına çıkabilir. Buna “Gerçek Rüya” adı verilir. Böyle rüyalar görenler, dikkatli davranmalıdırlar. Gördükleri şeyleri iyi değerlendirmelidirler.

Dördüncü tür, en sık rastlanılanıdır. Yani uyuyan kimse rüyasında türlü şey görür. Sabah uyandığında da bunlardan bazılarını anımsar. İşte bunlar yorumlanabilir. Rüya tabiri denilen şey, dördüncü tür için gereklidir daha çok. Sabah uyanıldığında akılda kalan ve hatta insanı epey da etkilemiş olan rüyaları yorumlamalıdır. Yorum yaparken karamsar olmamalıdır. Her zaman iyiye yorum yapılmalıdır. Bazı rüyalar iyi sayılmazlar. Buna da üzülmemek gerekir. Çünkü rüya, insanın kendisini koruması için gereken bir uyarıda olabilir.

FİMO NEDİR ?


CeramoFix başlığı altında "Casting Powder" ve "Casting Powder Light" (kalıp tozu), Decosand (renkli kum) ve Deco Hardener (kum sertleştiricisi), Moulds (kalıplar) ' dan bahsedeceğiz. Casting Powder; kırılmaya ve çatlamaya dirençli, porselenimsi pürüzsüz yüzeyler elde edebileceğiniz kalıp tozudur. Özel kalıplarını kullanarak rölyef, figür ve dekoratif objeler elde edebilir, kalıptan kolayca çıkararak elle işleyebilir ve boyayabilirsiniz. Casting Powder Light' ı Casting Powder' dan ayıran tek özelliği %50 daha hafif olmasıdır. Decosand (renkli kum) ve Deco Hardener (kum sertleştiricisi) ile kullanmak için tasarlanmıştır. 50 gr. kuma 2 kapak kum sertleştiricisi karıştırılır. Renkli kumlar karıştırılarak geniş renk çeşitliliği sağlanabilir. Decosand uygulaması için ısıya dayanıklı kalıplar mevcuttur. Kalıpla yapılacak çalışmalarda kumlar mikrodalga fırında 800 w'da 3 Dk., ev fırınında ise 60 - 70 derecede 2 saat pişirilir ya da hava ile 3 gün kurumaya bırakılır. Moulds (kalıplar); kalıplar, tansparan ve esnektir. Sürekli kullanımlarda çok dayanıklıdır. -15 dereceden , + 70 dereceye kadar sıcağa ve soğuğa dirençlidir. Mikrodalga fırında kullanım için uygundur. Casting Powder, Casting Powder Light, Decosand, Fimo uygulamaları için ürünün özelliğine göre gruplandırılmışlardır. Ayrıca mum, sabun, dondurma ve çikolata yapımında da kullanılabilirler

KUMAŞ BOYAMA NASIL YAPILIR ?



Malzemeler
Kumaş, fırça, parşömen kağıdı, kalem, kumaş boyası, palet, su kabı.

Yapılışı
Kumaşı düz bir alana yerleştirin. Boyanacak yerin alt kısmına kalın bir kağıt parçası koyun (altına boya geçmemesi için). Kullanacağınız renkten bir miktar alıp paletin üzerine koyun. Boya eğer kıvamında değilse az miktarda su ekleyebilirsiniz. Boyayacağınız alan geniş ise kalın fırça, dar bir alan ise ince fırça ile boyayın.

Boyama esnasında fırça darbelerini hep aynı yönde yapmalısınız yoksa dalgalı bir görüntü oluşabilir. Başka bir renge geçerken mutlaka fırçanızı su ile temizleyin, aksi takdirde kullanacağınız diğer rengin tonunda farklılaşma görülecektir.

Kopyalama yöntemi ise şu aşamalardan oluşur;
Kumaş üzerine hazırlanan desen kağıdı iğnelenir. Kumaş ile desen arasına karbon kağıdı yerleştirilir. Desenin üstünden kalemle çizilerek model kumaşa çizilir. Metalik yaldızla desenin üzerinden kontür çizilir. Kontürün içi kumaş boyası ile renklendirilir.

Neler Yapabiliriz?
Kırlent, oda takımları, gözlük kılıfı, masa örtüsü, perde, mutfak takımı, fular, Bluz, eşarp, abajur, mendil, pano, çanta, kumaştan yapılmış terlik ayakkabı, tahtadan yapılan takılar

EBRU NASIL YAPILIR ?


GEREKLİ MALZEMELER

Kağıt, Kitre, Tekne, Fırça, Boyalar, Öd, Biz

EBRU NASIL YAPILIR?

Ebru yapımına başlamadan önce seçilecek kağıdın ölçüsüne uygun büyüklükte bir tekne alınır, tekne kitreli su ile doldurulur.
Ebru teknesi basitçe alüminyum bir baklava tepsisi gibidir. Kitre, bir bitkinin özü olup baharatçılarda (aktarlarda) satılır. Sinme bir avuç veya tepeleme iki çoba kaşığı kitre iki litre kadar su içinde 2, 3 veya 4 gün bekletilerek kitrenin su içinde iyice şişmesi sağlanır. Şişen kitre su içinde el ile yoğurularak suya karışması sağlanır. Kitreli su boza kıvamında veya az seyreği olmalıdır. Hazırlanan sıvı ince bir tülbent ile süzülerek temizlenir. Son haliyle tekneye yavaşça (köpürtmeden) boşaltılır.

Değişik renklerde toprak boyalar ayrı ayrı iki cam yüzey (veya seramik, krom) arasında iyice ezilir. Ezilme esnasında hafif su katılır. Ezilme sonrasında meydana gelen çamur benzeri boyaya sığır ödü katılarak 15 gün veya bir ay kadar bekletilir. Boyanın öd asidiyle pişmesi sağlanır. Beklemeden sonra mamül sulandırılarak kullanılır. Boya açılmıyorsa öd katılır. Rengi açmak için su kullanılır.

Bir ebru bir defa yapılabilir.

Hazırlanan boyalar fırça veya metal çubuk yardımıyla daha önce hazırlanmış olan kitreli suyun üst yüzeyine damlatılır.Boyaların açılmasını ve şekillerin yuvarlaklığını kesin olarak bilemeyiz. Ancak fikir sahibi oluruz. Yaptığımız ebrunun tam olarak nasıl olacağını değil neye benzeyeceğini bilebiliriz. Bu yüzden iki defa aynı ebruyu yapmak imkansızdır.

Kağıt tekneye serilir, iş tamamlanır.

Kağıt düzgünce tekne üzerine bırakılır, görüntünün kağıda işlemesi sağlanır. Kağıt temiz bir ortamda kurumaya bırakılır.


Su yüzeyinde meydana gelen şekiller, teknik gereksinme sonucu daha çok soyut olarak gelişir. Bu düzenlemeden sonra seçilen kağıt su yüzeyine yatırılır. Birkaç saniye sonra kaldırılır ve kitreli suyu süzülünceye kadar iki ucundan asılır.

Bu ebrû tekniğinde sanatçı, boyaların kitreli su üzerindeki dağılışına yeterince hakim olamaz. Bu yüzden bir takım kalıplaşmış ebrû tipleri oluşmuştur

TOPRAK NEDİR ?

Hava ve su gibi, canlıların yaşaması için vazgeçilmez unsurlardan bir diğeri de topraktır. Toprak, bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposudur..

Toprağın üst tabakası insanların ve diğer canlıların beslenmesinde temel kaynak teşkil etmektedir. Bir gram toprağın içerisinde milyonlarca canlı bulunmakta ve ekosistemin devamı için bunların hepsinin ayrı önemi bulunmaktadır. Toprağın verimliliğini sağlayan ve humusça zengin olan toprağın 1 cm lik üst tabakasıdır.

Dünyadaki toprakların ancak 1/10'inde üretim yapılabilmektedir. Ülkemizin arazi varlığının ise yaklaşık %36'sı işlenmekte, %28'i çayır ve mera, %30'u orman ve fundalık olup, geriye kalan bölümü diğer araziler içinde yer almaktadır. Ekilebilir arazinin ancak %11'i sulanabilmektedir.



Ülkemizin kullanılabilir arazi varlığının oranları


Toprak en önemli doğal kaynaklardan birisi olup; tarım dışı amaçlarla kullanılması, ağır metallerle kirlenmesi ve erozyon sonucu oluşan etkilerle kayıplara uğramakta ve verim düşmektedir. Kaybedilen toprakların yeniden kazanılması çok zordur.

1 cm. kalınlıkta ki toprak ancak birkaç yüzyılda oluşabilmektedir.

ANAKART NEDİR ?


Anakart, bir bilgisayarin tüm parçalarini üzerinde barindiran ve bu parçalar arasindaki iletisimi saglayan elektronik devredir.

Bir anakartin üzerinde islemci, ram, ses karti, ekran karti, modem, ethernet, tv karti, radyo karti ve scsi karti vb.. girebilecegi yuvalar, klavye, sabit disk, flopy disk ve seri - paralel port denetçileri, ve bunlarin koordinasyonunu saglayan chipset'ler bulunur.

Anakartin üzerinde genisleme kartlarinin takilabilecegi yuvalara slot adi verilir. Bu slotlar, VESA, EISA, ISA, PCI ve AGP olmak üzere çesitli bölümlere ayrilir. Bunlardan su anda en çok kullanilanlari ISA, PCI ve AGP dir. VESA slotlar eski 486 islemcili anakartlarda kullanilmaktaydi. Pentium islemcilerin devreye girmesiyle birlikte 32 bit veri yolunu destekleyen PCI slotlar kullanilmaya baslandi. Zamanla Pentium II ve Pentium III’lerin çikmasiyla ISA slotlar yerini tamamen PCI slotlara birakmaktadir.

Anakartin üzerindeki kartlara veri akisi “bus” adi verilen elektronik yollar üzerinden yapilir. Buslar kendi içinden ikiye ayrilir. Bunlar System Bus ve I/O Buslardir. System Bus, islemci ile RAM arasindaki veri akisini saglar. I/O Bus ise çevre kartlarin iletisimini ve bunlarin islemci ile arasindaki iletisimi saglar. Anakart üzerindeki köprü chipsetler (bridge) I/O Bus’i System Bus’a baglar.

Anakartin Yapisi
Sistem Bus
Sistem Bus , islemci, RAM ve L2 önbellegi birbirine baglar.

Diger I/0 bus da bu yol üzerinden islemciye giris/çikis yapar. System Bus kullanilan islemciye göre farklilik gösterir. Islemcinin tipi system bus'in genisligini ve hizini belirler. Ne kadar hizli System bus kullanilirsa sistemin hizi ve diger parçalarla haberlesmesi de o derecede artar. Eski bilgisayarlarda kullanilan 486 islemciler 25 MHz bus hizina sahipken, Pentium islemciler bu hiz barajini 66 MHz'ye yükselttiler. Pentium II ve Pentium III islemciler bu hiz 100 MHz ve 133 MHz hizina kadar yükseltmistir. Ancak bu hizda çalisabilmek için 100 MHz destekli PC100 SDRAM ve 133 MHz RDRAM kullanilmasi gerekmektedir. (bkz sh. 39 )

I/O (Input/Output) Bus
Bilgisayarin dis dünyayla ve kullanicisiyla iletisimini saglayan tüm giris/çikislar bu yolla yapilir. Klavye, fare, ses karti, ekran karti, modem, monitör, disk/disket sürücüleri bu yolla anakarta baglanirlar. Günümüz bilgisayarlarinda dört farkli I/0 bus çesidi yer alir. Bunlar ISA , PCI , USB ve AGP 'dir. ISA bus en eskisi ve en yavasidir. 16 bit iletisim kullanan kartlar tarafindan kullanilir. Bu kartlar ethernet kartlari, ses kartlari ve faks-modemlerdir (PCI olan ses karti, ethernet karti ve modemler de vardir). Bu veriyolu eskiden kullanilan 386 ve 486 islemcili anakartlarda da yer alir. PCI bus, daha hizli olan güçlü bir veri aktarim yoludur. 64 bit veri aktarimi yapar. Ekran kartlari, ses kartlari, modemler, ethernet kartlari, SCSI kontrol kartlari ve baska bir çok kart bu yolu kullanir.

USB bus Universal ****** Bus'in kisaltilmis halidir. En yeni veri aktarim yoludur. Günümüzde bu bus yolunu kullanan kart ve parçalar yeni yeni yayginlasmaktadir. Web kameralari, Infra Red port'lar, tarayicilar ve yeni üretilen bazi ekipmanlar bu yolla baglanirlar.

AGP, Accelerated Graphics Port'un kisaltilmis halidir. Sadece yeni gelistirilen ekran kartlarini sisteme baglamak için kullanilir. (bkz. sh. 10 )

Günümüzdeki yaygin bilgisayarlar 66 MHz bus hizinda çalisirlar. Bu yüksek hiz anakart üzerinde bir çesit elektronik gürültüye ve bazi problemlere yol açar. Genisleme kartlarina ulasimda bu hiz yüksek ve hizlidir. En yeni ve en hizli genisleme kartlari 40 MHz hizinda çalisabilir. Bu yüzden anakartin üzerindeki System bus, hizi çevre kartlarla problemsiz iletisim için yeniden düzenlenmek zorundadir.

I/0 bus yollari fiziksel olarak elektronik devre üzerinde yer alan çizgiler araciligiyla iletisim kurar. Data track adi verilen çizgiler bir seferde bir bit iletirler. Address Track'leri verinin nereye gönderilecegini belirler. Bus yollari araciligiyla veri gönderimi yapilirken adres belirtilmesi gerekir. Veri akisinda önce adres çizgilerinden adres, daha sonra da data çizgilerinden veri gönderilir. Bus hizini ve genisligini data çizgilerinin sayisi belirler. ISA bus veriyolunda 16 adet data çizgisi vardir. Günümüz PC'leri birim zamanda 32 bit gönderimi yapmak üzere tasarlanmislardir. ISA bus birim zamanda 16 bit gönderebildigi için anakartin beklemesi gereken bir süre olusturmaktadir. Anakart 32 bitlik bilgiyi ISA bus'dan iki seferde alabilmektedir. Bu arada geçen sürede ISA bus “Wait State” (bekle) durumunu anakarta bildirir. Bu islemciye “Bekle, kalanini birazdan gönderecegim” demektir. Yavas bir ISA kart sistemin tüm hizini bu yolla oldukça düsürebilir.

ISA
1984 yilinda gelistirilmis bir bus veri yoludur. ISA Industry Standard Architecture'in kisaltilmis halidir. ISA aslinda IBM'in XT veriyolunun gelistirilmis bir halidir. XT veriyolu 8 bitlik iletisimi kabul eden en eski veri yollarindan biridir. ISA 16 bit genisliginde en fazla 8 MHz hizinda çalisabilmektedir. Teorik olarak saniyede 8 Megabit transfer yapabilmektedir. Pratikteyse en fazla 1 ya da 2 Megabit hizinda çalisabilmektedir. ISA slot'lar hizli iletisime ihtiyaç duymayan seri, paralel portlar ve yaygin olarak kullanilan Sound Blaster uyumlu ses kartlari için kullanilmaktalar.

MCA
1987 yilinda Micro Channel Architecture adiyla piyasaya sürülmüstür. IBM tarafindan lisansi alindigi için IBM disindaki bilgisayarlarda kullanilamamistir. Bu yüzden de çok fazla yayginlasamadi. MCA 32 bit genisliginde veri aktarimina imkan sagliyordu ve 40 MBps hizinda çalisabiliyordu. Saat frekansi olarak da 10.33 MHz hizina ulasiyordu. Bu bus yolunu kullanan çok fazla kart gelistirilmedi. Zamanina göre yenilikçi bir gelisme olmasina ragmen yayginlasmadi.

EISA
1988B - 89 yillari arasinda bu veriyolu için ortaklik kuran 9 farkli firma (AST, Compaq, Epson, HP, NEC, Olivetti, Tandy, Wyse ve Zenith) tarafindan gelistirilmistir. Amaci IBM'in MCA'sina yanit vererek tekel olmasini ortadan kaldirmakti. EISA 32 bit genisliginde 8 MHz hizinda çalisabilen bir bus veri yoluydu. MCA gibi çok fazla yayginlasamadi. EISA kartlar ISA'yla uyumlu olduklarindan dolayi ISA kartlar EISA slotlara yerlestirilebiliyordu. EISA slotlar halen sunucu tipi bilgisayarlarda kullaniliyor.

Vesa Local Bus
Kisaca VLB olarak da adlandirilmaktadir. VLB'ler basit ve ucuz bir bus veriyolu olarak tasarlanmislardir. 486 anakartlarda yayginca kullanildilar. 33 MHz hizinda çalisabilmekte olmalari VLB'leri diger bir özelligidir. Vesa yaklasik 120 farkli üretici tarafindan gelistirilmistir. Çogunlukla ekran kartlari için kullanilmistir. Ancak bu veriyolu bazi kartlarla uyum sorunlari yasadigindan çok fazla ragbet görmemistir.

PCI
PCI 1990'larda Intel tarafindan gelistirilen en yaygin ve oturmus veri yoludur. Peripheral Component Interconnect'in kisaltilmis halidir. Aslinda 32 bit genisliginde olmasina ragmen 64 bit gibi de çalisabilir. PCI, 33 MHz hizinda çalisabilecek sekilde üretilmistir. Her çesit islemciyle çalisabilecek sekilde tasarlandigindan 486, Pentium, Pentium II ve diger islemcilerle beraber çalisabilmektedir. Bu veriyolu ayrica "tamponlu" çalisacak sekilde üretilmistir. PCI , islemcinin verdigi görevleri tamponda bekleterek önceki isleri bitirir. Isi bittiginde tampondan yeni görevler alarak çalismasina devam eder. Ayni sekilde islemciye aktaracagi bilgileri de tampona koyar ve islemci sirasi geldiginde bu bilgileri tampondan alarak isleme devam eder. Tüm PCI kartlar “Plug'n Play” yani tak ve çalistir özelligine sahiptir. PCI kartlar kendi kendilerini konfigüre ederek sisteme kendilerini tanitirlar.

Güncel anakartlarin çogunda yer alan IDE denetçileri de PCI bus veri yolunu kullanirlar. Bir sistemde normalde 3 ya da 4 PCI slot bulunur. PCI bus halen gelistirilmeye devam edilmektedir. Içlerinde Intel, IBM ve Apple sirketlerinin bulundugu bir grup bu veriyolunu her gün daha ilerletmektedirler.

AGP
AGP adi verilen veri yolu da aslinda 66 MHz PCI bus'dan farkli bir sey degildir. Su an için yalnizca ekran kartlariyla kullanim için gelistirilmis oldugunu söyleyebiliriz

AGP (Accelerated Graphics Port), ISA ve PCI’dan sonra daha hizli ve gerçekçi görüntüler elde etmek için gelistirilen bir veriyoludur. Grafik kartinin, anakart üzerindeki RAM’in belli bir bellek alanina dallanmasina izin vermekte ve bagimsiz, özel bir grafik veriyolu ile verilerin dogrudan hizli bir biçimde alinmasini saglamaktadir.

3D grafikler, yüksek çözünürlükle detayli ve hizli olarak hareket ettirildiginde PCI veriyolu hemen sinirlarini zorlamaya basliyor. Biraz gösterisli animasyonlar, resim alanlarini dolduran kaplamalarin (texture) monitöre yeterince hizli olarak ulasamamasindan dolayi gösterilemiyorlar.

AGP veriyolu 66 MHz frekansla çalismaktadir. 33 MHz frekansa sahip olan PCI’a göre bu maksimum transfer hizinin 266 MB/sn’ye yükselmesi anlamina geliyor. 2x-Modunun Pipelining yönetiminde PCI veriyolunun dört kati hizina denk gelen, 528 MB/sn’lik bir maksimum degere ulasiyor.

AGP, Pipelining’i yönetebilmek için birkaç ek sinyal hatti kullaniyor. PCI veriyolunda verilerin talep edilmesi, ancak önceki veri transferi bittikten sonra baslayabilirken, AGP’de veriler, önceden istenen veriler henüz bellekte aranirken talep edilebilir.

AGP’nin en büyük özelligi, veriyolunda sadece grafik bulunmasidir. Veriyolunun tüm bant genisligi sadece grafik için kullaniliyor ve bunun disinda diger bagli aygitlarla paylasmak zorunda degil. Bununla birlikte AGP, tüm kartlara uyan Slotlari olan PCI veriyollari kadar evrensel degil. Böylece AGP, PCI için rakip olarak degil, onun bir gelismis hali olarak görülebilir. AGP sadece PCI grafik kartlarinin sonunu hazirlayacak.

Hizli AGP veriyolu anakart üzerindeki RAM ile grafik karti üzerindeki hizlandirici chip arasindaki dogrudan baglanti için de kullaniliyor. Kart üzerindeki entegre grafik bellegi yerine artik grafik hizlandiricisi PC RAM’ini de kullanabiliyor. Bunlar bu güne kadar grafik islemcilerinin erisebilmeleri için, kart üzerinde önbellekleniyordu. Simdi bu kaplamalar dogrudan anabellek üzerinden kullanilabiliyorlar. Intel bunu “DIME (Direct Memory Execute) olarak adlandiriyor.

AGP’nin RAM’den aldigi pay degiskendir. Bu pay hem kullanilan programa hem de PC’nin içinde mevcut RAM’in kapasitesine baglidir. Bir yigini kaplamanin gerektigi, gerçege yakin 3D animasyonlar için 12 ile 16 MB arasinda olabiliyor.

CPU, RAM, grafik hizlandiricisi ve PCI veriyolunun baglantisinin birlikte çalismasi anakart üzerindeki chipset tarafindan yönetiliyor. Bu chipset, örnegin adresleri öyle aktariyor ki, RAM’e dagilmis olan serbest hafiza alani, grafik karti üzerindeki grafik hizlandiricisini bagli bir alan olarak gösteriyor. Büyük veri yapilari, örnegin tipik büyüklükleri 1 KB ve 128 KB arasinda olan kaplama Bitmap’leri gibi, böylece bir birim olarak erisilebilir. AGP chipsetinde bundan sorumlu alan GART (Graphics Adress Remapping Table) olarak ifade ediliyor ve islevsel olarak anaislemcideki Paging Hardware’ine benziyor.

AGP sistemleri için programlanmis yeni yazilimlar gerekmektedir. Artik daha fazla ve daha büyük kaplamalar kullanilabildigi için yeni uygula?malarin grafik detaylari çok daha fazla olacak. Bugüne kadar programlar 2 meygabyte'tan daha az bellek yeriyle yetinmek zorunda kalirken, simdi rahatça 16 Megabyte'a ulasabilecekler. Kullanici, 3D animasyonlarinda hiçbir bozulma, yavaslama veya piksellesme olmadan yüksek çözünürlüklere çika?bilecek. AGP yazilimlari eski bilgisayarlarda da çalisacak, ancak duruma göre daha düsük çözünürlüklerde çalismak gerekebilir. Bazi uygulamalar? da, AGP-RAM'inin eksikliginden do?layi sadece ön plandaki resimler net ve detayli olarak görünecektir.

AGP, PCI'in sonu demek degil, PCI evrensel Input/Output(I/O) arabirimi kaliyor. ISA dahi varligini sürdürecek. Microsoft ve Intel'in 1998'in PC'si için gelistirdigi spesifikasyonlarin aksine anakart üreticileri gelecekte bu slot?lardan (genisletme yuvalarindan) vazgeçmek istemiyorlar ancak modern AGP kartlarinin daha az ISA slotu vardir. Bu da genellikle iki tanedir.

Chipset'ler
Chipset anakartin üzerinde yer alan bir dizi gelismis islem denetçileridir. Bu denetçiler anakartin üzerindeki bilgi akis trafigini denetler.

Islemcinin verileri aldigi yollari takip eden ve islemcinin bir anlamda efendisi olan kisim anakart üzerindeki chipsettir. Chipset'lerdeki gelismeler islemcilerdeki gelismelere paralel olarak ilerlemektedir. Yeni bir RAM ya da bus gelistirildigi zaman bunu islemciye aktaracak olan Chipsetler de gelistirilir. Pentium islemciler için farkli chipset üreticileri mevcuttur. Bunlar Intel, SIS, Opti, Via ve ALi'dir. Bu chipsetler kullanilabilecek islemci ve anakartin performansini belirler. Günümüzde kullanilan LX, BX, EX, ZX, i810, i820, i815 ve Super Soket 7 tipi anakartlarin chipsetleri farkli hizdaki islemcilere destek verirler. LX tipi anakartlar 66 MHz veri yolunu destekler. BX tipi anakartlar ise 100 MHz ve üzeri veriyolu nu destekler ve bu amaçla üretilen Pentium II ve Pentium III islemcileri çalistirirlar.

LX Chipset
LX chipsetler 66 MHz veriyoluna sahiptirler ve soket 370 ve slot 1 yapidaki Celeron ve Pentium II (233-333) islemcileri desteklemektedir. 3 DIMM slota sahiptirler ve maksimum 768 MB SDRAM desteklemektedirler. Fiyat olarak diger chipsetlere göre daha da ucuzdur.

ZX Chipset
ZX chipset hem 66 MHz hem de 100 MHz veriyolunda çalismaktadir. Celeron, Pentium II ve Pentium III islemcileri desteklemektedir. 2 DIMM slotu vardir ve 512 MB SDRAM desteklemektedir. Fiyat olarak LX chipsetten daha pahali ama BX chipsetten daha ucuzdur.

BX Chipset
BX chipset de 66 MHz ve 100 MHz veriyolunu çalismaktadir. Celeron, Pentium II ve Pentium III islemcileri desteklemektedir. 4 adet DIMM slot ile 1 GB’a kadar RAM destegi vardir. CAD/CAM gibi resim isleme, database uygulamalari, ses isleme ve 3D oyunlar gibi yüksek performan isteyen uygulamalarda tercih edilmektedir. Önceleri ATA33 standardini destekleyen BX chipsetler artik ATA66 standartini da desteklemektedir.

i810 Chipset
i810 chipsetlerde tümlesik görüntü ve ses özelligi mevcuttur. Bu chipsetler ayni zamanda 66 MHz ve 100 MHz veriyolunu desteklemektedir.

i810 chipseti digerlerinden ayiran en büyük özelliklerinden bazilari; direk AGP grafik arabirimi, ATA 66 hard disk standardi, AC 97 ses destegi, STS (Suspend to RAM) ve AMR (Audio Modem Riser) dir. Ayrice ATA 66 standardini ilk destekleyen chipsettir. STS (Suspend to RAM) özelligi ile çok az elektrik harcayarak çok kisa zamanda bilgisayarin açilmasini saglamaktadir.

i820 Chipset
i820 chipset’i 100 ve 133 MHz sistem bus hizinda çalisan islemciler için üretilmis bir chipsettir. MCH (Memory Controller Hub), ICH (I/O Controller Hub) ve FWH (Firmware Hub) olmak üzere üç ana bilesenden olusmaktadir. i820 chipseti özellikle 400 MHz’e kadar saat hizinda çalisabilen RDRAM (Rambus DRAM) için gelistirilmistir. RDRAM, SDRAM’den çok daha yüksek frekanslarda çalisabilmektedir. (bkz. sh. 39 )

Intel 820’yi DIMM RAM’ler ile uyumlu hale getirebilmek için MCH içerisinde MTH (Memory Translator Hub) bulunmaktadir.

i810E Chipset
i810E chipset, i810 chipsetin gelistirilmis halidir. 66, 100 ve 133 MHz veriyolunu desteklemektedir. Böylece Celeron ve Pentium III/133 MHz islemcileri desteklemektedir. Ayrica 133 MHz SDRAM destegi ile grafik islemlerinde daha iyi performans saglamaktadir.

i815-i815E
i815 chipset, i810E chipsetin devami niteligindedir. Ancak bu chipsetin getirmis oldugu en yeni özellik i815 chip içine yerlestirilmis grafik arabirimine ek olarak ayri bir slotta AGP4X grafik desteginin olmasidir. Böylece daha iyi grafik için gelismis ekran karti kullanmak isteyen kullanicilara avantaj saglanmis oldu.

i815E chipseti ise i815 chipseti ve ICH2 bileseninden olusmaktadir. Ilk etapta I815 yonga ile ICH (I/O Controller Hub) adi verilen I82801AA yongasi beraber kullanildi. I/O Giris Çikis arabirimi, PCI, Harddisk, USB, gibi arabirimleri kontrol eden ICH (I82801AA) yonga, harddisklerde ATA66 yi desteklerken AMR gibi yeni bir teknolojiyide beraberinde getirdi. Teknolojideki hizli ilerleyis harddiskte de ATA100 standardi ile görüldü ve AMR arabiriminin beklenen sonucu gösterememesi nedeniyle yeni arabirimler üzerinde çalisildi. ICH 2 (I82801BA) yongasi ile beraber bir kaç degisiklik yapildi ve disklerde ATA100 destegi ve CNR (Communication Network Riser) denilen yeni bir teknoloji sunuldu. CNR ile Ethernet, USB, Ses gibi bilesenleri destekleyen kartlarin üretilmesi planlandi. Ayrica 2 olan USB destegi ayri bir yongaya gerek kalmadan 4 e çikti. Bu farkliligi belirtmek için ise I815+ICH2 bilesenine kisaca I815E adi verildi.

i820 Chipset
i820 chipset’i 100 ve 133 MHz sistem bus hizinda çalisan islemciler için üretilmis bir chipsettir. MCH (Memory Controller Hub), ICH (I/O Controller Hub) ve FWH (Firmware Hub) olmak üzere üç ana bilesenden olusmaktadir. i820 chipseti özellikle 400 MHz’e kadar saat hizinda çalisabilen RDRAM (Rambus DRAM) için gelistirilmistir. RDRAM, SDRAM’den çok daha yüksek frekanslarda çalisabilmektedir. (bkz. sh. 39 )

Intel 820’yi DIMM RAM’ler ile uyumlu hale getirebilmek için MCH içerisinde MTH (Memory Translator Hub) bulunmaktadir.

i840 Chipset
Bu chipsetin i820 chipsete ek olarak getirmis oldugu en önemli yenilikler 3 grupta toplanabilir. Bunlardan birincisi, anakarti Is ortamlarinda güçlü bir platform olarak Workstation yada giris seviyesi server olarak kullanilmasini saglayacak çift Penium III islemci destegi. i840 sadece 133MHz veriyolu destegi saglamakta bu nedenle 133MHz de çalisan Pentium III islemciler ile maximum performans saglanabilmektedir.

Ikinci önemli özelligi ise tek kanalda RDRAM band genisligi ençok 1.6GB verebilirken bu chipset ile iki kanal RDRAM destegi geldigi için en çok 3.2GB lik bellek band genisligi saglanmaktadir. Bu sekilde grafik ve resim isleme programlari olan CAD/CAM, AutoCAD gibi yaziliimlar ile ugrasan kullanicilar için daha canli, hizli ve net görüntüler sunulmaktadir.

Üçüncü yenilik ise anakart üzerinde Intel i82806 kullanildiginda mevcut 32bitlik PCI yuvalarina ek olarak 64bitlik PCI yuva destegi gelmekte ve iki yonga arasindaki band genislik ise 533MB/s olmaktadir. Bu yuvalarda daha çok yüksek bandgenisligi isteyen Gigabit Ethernet, Fiber Channel yada SCSI kartlar kullanilabilmektedir.

TEKNOLOJİ & TASARIM NEDİR ?

Günümüzde teknoloji; temel ve uygulamalı bilimlerin verilerinin yaratıcı süreçler içerisinde üretime dönüştürülmesini, kullanımını ve toplumsal etkilerinin çözümlenmesini kapsayan bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşım, teknolojinin toplumsal her türlü etkinliğin içinde bir süreç olarak yer aldığı gerçeğini vurgular. Teknoloji, insan hayatının kalitesini artırmak amacıyla yaratıcılık ve zekânın; bilim, sanat, mühendislik, ekonomi ve sosyal çalışmayla oluşturulan bir bireşimidir. Herhangi bir şeyi daha iyi, daha hızlı, daha kolay, daha ekonomik ve daha verimli yapma girişimidir.

Tasarım, zihinde canlandırılan biçimdir. Bu tanımlamada zihinsel süreçlerin kullanımı ön plana çıkmaktadır. Farklılıkları bulma, hayal kurma, sorgulama, yaratıcı düşünme, eleştirel düşünme, akıl yürütme gibi üst düzey zihinsel süreçlerin tasarım yapmada önemli bir yeri vardır.

Teknoloji ve tasarım ürün geliştirme sürecine yönelik olduğundan ve insan hayatını doğrudan etkilediğinden birlikte ele alınmalıdır. Teknoloji ve tasarım birbirini doğrudan etkileyen kavramlardır. İkisi arasındaki ilişki özne ile nesne arasındaki ilişki gibidir. Bu ilişkide öncelikli zihinsel süreç olarak yaratıcılık, karşımıza çıkmaktadır.

Teknoloji ve tasarım ilişkisinin geliştirilmesi bireyin yaratıcılık düzeyinin geliştirilmesi ile mümkün olabilir. Yaratıcılığın geliştirilebilmesi dış uyarılara açık ve alıcı olmakla birlikte duygu, istek, hayal gücü ve iç tepkilerinin de bilincinde olmasını gerektirmektedir (Çellek T. 2003).

Teknoloji ve Tasarım dersinin verileceği yaş grubunun en önemli özelliği, gruba ait olma ve grup üyeleri içinde etkili olma isteğidir. Bu durum yaratıcılığı engelleyen bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak uygun şekilde motivasyonun sağlanması, grup dinamiğinin, hayal gücünün ve iş birliğinin geliştirilmesi ve bunu sağlayacak öğretim süreçlerinin kullanılması bu durumu olumlu hâle dönüştürür.

Teknoloji Nedir ?

Aşağıda teknolojinin ne olduğunu tam karşılamaya çalışan bazı tanımlar yer almaktadır; bazıları bu tanımlamaları özellikle eğitim açısından ele almaktadır.

1. Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel bir disiplindir (Simon, 1983, s.173 ).

2. Teknoloji somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik yönden yeterli küçük bir grubun örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla bütünün geri kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb. ) üzerinde denetimi sağlamasıdır (McDermott, 1981, s.142 ).

3. Öğretim teknolojileri tarihi konusunda önemli bir isim olan Paul Saetller teknolojiyi şöyle tanımlamaktadır: "Teknoloji (Latince texere fiilinden türetilmiştir; örmek, oluşturmak (construct ) anl****** gelir ) birçoklarının düşündüğü gibi makine kullanmak değildir. Teknoloji, bilimin uygulamalı bir sanat dalı haline dönüşmesidir. Uygulamalı sanat terimi Fransız sosyolog Jackques Ellul tarafından kullanılmış ve kısaca technique olarak isimlendirilmiştir. O, teknolojiyi bir technique uyarınca yapılmış bir makine olarak görmüş ve bu technique'nin ancak küçük bir bölümünün makine tarafından ifade edilebildiğinden bahsetmiştir. Belirli bir teknik sayesinde sadece makinenin değil, bu makineye ait öğretimsel uygulamalarında gerçekleştirilebileceğinden söz etmiştir. Sonuç olarak davranış bilimi ile öğretim teknolojileri arasındaki ilişki, doğal bilimlerle mühendislik teknolojisi arasındaki ya da biyoloji ile sağlık teknolojisi arasındaki ilişkiyle benzer hatta aynıdır" (Saettler, 1968, ss. 5-6 ).

4. Ünlü bir eğitim teknoloğu olan James Finn teknolojiyi tanımlarken şöyle demektedir: "Makine kullanımının yanı sıra teknoloji, sistemler, işlemler, yönetim ve kontrol mekanizmalarıyla hem insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara, bu sorunların zorluk derecesine, teknik çözüm olasılıklarına, ve ekonomik değerlerine uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır" (Finn, 1960, s.10 ).

5. Bilim ve teknolojinin farklılığını belirtmek için ilk nükleer denizaltıyı yapan ve serbest bir eğitim eleştirmeni olan Amiral Hyman Rickover şöyle söylüyor: "Bilim ve teknoloji birbirine karıştırılmamalıdır. Bilim doğadaki görüngülerin (fenomenlerin ) gözlenerek, zaten var olan doğru ve gerçeklerin ortaya çıkarılması ve bu gözlemler sonucunda elde edilen verilerin düzenlenerek gerçeklerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya konulduğu teorilerin oluşturulmasıdır. Teknoloji asla bilim için bir otorite olamaz. Teknoloji insan aklını ve vücudunu güçlendirmek, üstün kılmak için geliştirilecek aletler, teknikler, ve yöntemler üzerinde durur. Bilimsel yöntem insan faktörünün tamamen dışlanmasını gerektirir, şöyle ki; gerçeği arayan kimse, kendinin ya da diğer insanların hoşlanacağı veya sevmeyeceği şeylerle, popülist değerlerle ve herhangi bir çıkar uğruna çalışmaz. Diğer yandan teknoloji fikir (bilim ) değil de hareket olduğundan, eğer insani değerler göz ardı edilirse tamamıyla tehlikeli bir sonuca da yol açabilir (Knezevich & Eye, 1970, s.17 ).

Tasarım Nedir?

Kelime kök olarak ; “Tasar” kelimesinden türer açılımı düşünmek planlamak anlamında. ‘tasarlamak’ ,

‘tasarım’ ; fikri şekil olarak ortaya sunma anlamında
- dış kaynaklarda geçen tanımı ise -
Design sözcüğü Latince kökenli 'designare'den türemiştir; anlamı 'bir şeye işaret etmektir'.

Etimolojik anlamda, uzakta olan bir şey işaret edilebilir; piktoral anlamda 'de-sign' birden fazla şeyin olduğu ortamda, yalnızca tek bir şeyi işaret edebilir.

Ruhani anlamda ise 'aklın gözü' betimlemesiyle; sözcüğün yoğun bir arınmadan geçtiği hissedilir.

Tasarlamak sözcüğü ile de; işaretlemek, iz bırakmak, not etmek, altını çizmek, damga vurmak, özgün olmak, biricik ve tek olmak, belirginleştirmek, ayrıştırmak eylemleri vurgulanıyor.

Tasarımdaki düşünce !?

Tasarımı kullanım ihtiyaçlarına göre bir şeyin Kullanılabilirliğin artması için yapılan şekillendirme öngörüsü sunumudur

- endüstriyel tasarım ve
- kişiye özel tasarım olarak, 2 ana kategoriye ayrılır.
Kişiye özel tasarım özel ihtiyaçlara göre tasarım dır Tasarımın Fiziksel işlevselliğin yanı sıra Ürün kullanıcısının özel ihtiyaçlarına göre değişkenlik gösterir

Özel tasarımlar özellikle kullanıcısının sosyolojik ve psikolojik isteklerine göre değişkenlik arz eder . özel tasarımda ana fikir O ürünün o kişiye özel olması ve başkalarına göre uygunluk arz etmemesi bu alışıla gelmişin dışında farklı ama kullanıcısı için Gayet doğal kabul görmesi gibidir.

ÇAY



Çay (Camellia sinensis), çaygiller (Theaceae) familyasından anavatanı, batıda Assam-Birmanya sınırı boyunca uzanan Nagaland, Manipur ve Lushai tepeleri, doğuda Çin ve güneyde Birmanya ve Tayland tepelerinden Vietnam içlerine kadar uzanan bölgeler arasında kalan yelpaze biçimli bir alanın oluşturduğu kabul edilen çalı türü.

Çay bitkisinin almaşık dizilişli, derimsi ve kenarları dişli yaprakları vardır. Olgun bir çay yaprağı çayın çeşidine göre farklı özellik gösterir.; uzunluğu 3,8-25 cm arasında değişir. Çiçekleri beyaz renkli ve hoş kokuludur. Meyve üç gözlü kapsüldür.

Türkiye'de çayın yetişmesine yalnızca Karadeniz Bölgesinin doğu bölümü elverişlidir. Rize ile üretimin odak noktasıdır. Rize ilini sırasıyla Trabzon, Artvin, Giresun ve Ordu illeri izler.En kaliteli çay bitkisi Rize ilinde yetişmektedir. Türkiye'de çay üretimi 1928 yılında başlamıştır ve çay tüketimi Türkiye'de 1930'lardan sonra artmaya başlamıştır. Zira, 1930'lara kadar önde gelen içecek kahve idi.

Çay'ı Türkiye'ye getiren Muğlalı Zihni Derin'dir. Rusya'dan alıp çebinde kaçırmıştır ve Rize'de yetiştirmiştir.
Çayın yaklaşık 5000 yıl önce Çin'den çıktığı bilinmektedir. Çıkışı ile ilgili bazı efsaneler mevcuttur ancak en çok karşılaştığımız eski imparatorlardan Shen Nung ile ilgilidir. Sanata çok düşkün Shen Nung aynı zamanda bir bilim adamıdır. Ordularının hasta olmaması için suyu sürekli kaynatarak içilmesini emreden imparator, gene bir gün su kaynarken rüzgar ile birlikte içine düşen bir çay yaprağı sayesinde çay içeceği ile tanışır. İmparator çok ilgisini çeken bu kahverengi içeceğin aynı zamanda dinçlik vererek ordusunun dayanıklılığını arttırdığını görür ve bundan sonra yavaş yavaş yayılmaya başlar.

Çinli Budist rahip Yeisei çayın meditasyon üzerindeki etkilerini gördükten sonra ilk çay tohumlarını Japonya'ya getirmiştir. Bunun sebebi çayın meditasyon sırasında zihin için gerekli olan hem dinçlik hem de dinginlik halini yaratmasıdır.
Çay daha sonra keşişler ve Zen rahipleri tarafından Japonya'ya yayılır. Çin ve Japon kültürünün, birbirinden farklı şekilde çayın hazırlanışı ve sunumu üzerinde çok önemli etkileri olmuştur.

Özellikle Japonya'da Çay Seromonisi sanatsal bir form kazanmıştır. Seromonide çayın hazırlanması ve sunumunu en mükemmel, zarif, hoş ve saygılı bir şekilde yapabilmek gerekmektedir ve bunun için yıllar süren bir eğitim ve pratik gerekmektedir. Havanın kalitesi gibi o ortamdaki herşeyin çayın tadını etkilediği düşünülür, bu yüzden çay o "an"ın aromasını içerir aslında. Bu seromoniler aynı zamanda Zen öğretisinden birçok öğe içerirler. Japonya'da iç karışılığın en yüksek olduğu dönemlerde bile, savaş ve şiddeti çağrıştırdığı için kişiler belinde kılıç ile çay seromonisine katılamazlardı. Çay Japonya'dan sonra Portekiz üzerinde Avrupa'ya ve İngiliz kolonicileri tarafından da Amerika'ya yayılmıştır. Amerika'nın çaya en büyük iki katkısı, aynı zamanda hızlı tüketim kültürünün de bir parçası haline gelen poşet çay ve buzlu çay (ice tea) olmuştur.

Birçok çay çeşidi bulunmaktadır; Siyah çay, yeşil çay, oolong çayı, beyaz çay en çok bilinen çay çeşitleridir. Bu farklı çayların da yetiştiği bölge ve geçtiği işlemlere göre çok farklı alt çeşitleri mevcuttur. Tüm çaylar aslında aynı bitki ailesinden elde edilirler; Camellia Sinensis. Farklı işlemlerden geçen çayların sadece renkleri değil tüm kimyasal bileşenleri farklı olduğu için tat, koku ve hatta besin değerleri de birbirlerinden çok farklıdırlar. Aynı bitkiden bu kadar farklı çeşitte çay elde edilmesinin sebebi çayın kurutma şekline ve süresine bağlı olarak uğradığı oksidasyon işlemidir. Aşağıda çaylar hiç oksidasyon işlemi görmemiş beyaz çaydan post fermente edilmiş pu-er çayına kadar artan oksidasyon miktarına göre sıralanmışlardır.

BANKALARIN İNTERNET ADRESLERİ NEDİR ?

ABN AMRO Bank N.V.. http://www.wholesale.abnamro.com
Adabank A.Ş.. http://www.adabank.com.tr
Akbank T.A.Ş.. http://www.akbank.com
Alternatif Bank A.Ş.. http://www.abank.com.tr
Anadolubank A.Ş.. http://www.anadolubank.com.tr
Arap Türk Bankası A.Ş.. http://www.arabturkbank.com
Banca di Roma S.P.A.. http://www.bancaroma.it
Bank Mellat. http://www.mellatbank.com
BankPozitif Kredi ve Kalkınma Bankası A.Ş.. http://www.bankpozitif.com.tr
Birleşik Fon Bankası A.Ş.. http://www.fonbank.com.tr
Calyon Bank Türk A.Ş.. http://www.calyon.com.tr
Citibank A.Ş.. http://www.citibank.com.tr
Çalık Yatırım Bankası A.Ş.. http://www.calikbank.com.tr
Denizbank A.Ş.. http://www.denizbank.com
Deutsche Bank A.Ş.. http://www.deutschebank.com.tr
Diler Yatırım Bankası A.Ş.. http://www.dilerbank.com.tr
Finans Bank A.Ş.. http://www.finansbank.com.tr
Fortis Bank A.Ş.. http://www.fortis.com.tr
GSD Yatırım Bankası A.Ş.. http://www.gsdbank.com.tr
Habib Bank Limited. http://www.habibbank.com.tr
HSBC Bank A.Ş.. http://www.hsbc.com.tr
İller Bankası. http://www.ilbank.gov.tr
İMKB Takas ve Saklama Bankası A.Ş.. http://www.takasbank.com.tr
JPMorgan Chase Bank N.A.. http://www.jpmorganchase.com
Merrill Lynch Yatırım Bank A.Ş.. http://www.ml.com.tr
Millennium Bank A.Ş.. http://www.millenniumbank.com.tr
Nurol Yatırım Bankası A.Ş.. http://www.nurolbank.com.tr
Oyak Bank A.Ş.. http://www.oyakbank.com.tr
Société Générale (SA). http://www.sgcib.com
Şekerbank T.A.Ş.. http://www.sekerbank.com.tr
Taib Yatırım Bank A.Ş.. http://www.yatirimbank.com.tr
Tekfenbank A.Ş.. http://www.tekfenbank.com
Tekstil Bankası A.Ş.. http://www.tekstilbank.com.tr
Turkish Bank A.Ş.. http://www.turkishbank.com
Turkland Bank A.Ş.. http://www.tbank.com.tr
Türk Ekonomi Bankası A.Ş.. http://www.teb.com.tr
Türk Eximbank. http://www.eximbank.gov.tr
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası A.Ş.. http://www.ziraatbank.com.tr
Türkiye Garanti Bankası A.Ş.. http://www.garanti.com.tr
Türkiye Halk Bankası A.Ş.. http://www.halkbank.com.tr
Türkiye İş Bankası A.Ş.. http://www.isbank.com.tr
Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş.. http://www.tkb.com.tr
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş.. http://www.tskb.com.tr
Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O.. http://www.vakifbank.com.tr
WestLB AG. http://www.westlb.com.tr
Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.. http://www.yapikredi.com.tr

SU NEDİR ?


Dünya yüzeyinin dörtte üçü sularla kaplıdır.Ancak bu suyun büyük bir kısmı tuzlu su halinde denizlerdedir.Dünya su rezervinin ancak % 2,6’sı tatlı sulardan oluşur.Su yeryüzünde sürekli hareket halindedir.Su kullanılır fakat tüketilemez.Kullanılmış olan su genellikle aynı miktarda kirletilmiş olarak yeniden çevreye verilir.Suların ana deposu denizlerdir Denizlerden buharlaşarak atmosfere karışan su yağışlarla yeryüzüne taşınır.Yeryüzüne düşen yağışın bir kısmı yeraltına sürüklenirken bir kısmı da akış halinde yeniden denizlere döner.Yer kabuğu tarafından tutulan suda buharlaşma ve bitkilerin transpirasyonu yoluyla atmosfere karışır.Bu olaya hidrolik çevrim denir.Bir günde atmosfere karışan su 1200km3 olarak hesap edilmiştir.

SUYUN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ:
RENK:Su saf halde renksizdir.Suları renkli yapan neden ise içindeki yabancı maddelerdir.Suda çözünen ve kolloidal olarak asılı bulunan organik maddeler suyu renklaendirir.Demir krom mangan gibi bazı metal bileşikleri de suya renk verir.

KOKU VE TAT: Suyun kokusu ve tadı su içinde çözünmüş halde bulunan gazlar ve organik maddelerden kaynaklanır. Bu maddeler genellikle amonyak sülfürler´siyanürler fenoller serbest klor petrol atıkları bitkisel ve hayvansal atıklar ve bazı mikroorganizmalar suya hoş olmayan tat ve kokular verirler.Yer altı suları genellikle kokusuzdur sular kükürtlü bir tabakadan geçerse suya çürük yumurta kokusu verir.sodyum klorürlü sular tuzlu magnezyum sülfatlı sular acı olur. Kaynatılmış suyun tadının hoş olmaması sıcaklık artışa ile su içinde çözünmüş oksijen ve karbondioksitin azalmış olmasıdır.İçme suyu için en uygun sıcaklık 7-10C’arasıdır.

BULANIKLIK: Su içinde çözünmüş olarak süspansiyon ve kolloidal halde bulunan çok küçük çaplı taneciklerdir.bunlar bulanıklığı oluşturur.Bulanıklık su kalitesi açısından istenmeyen bir özelliktir.Gıda sanayinde tekstil ve kağıt üretiminde kullanılacak olan sularda bulanıklılık büyük önem taşır.
SICAKLIK: Yüzeysel suların sıcaklıkları doğal olarak iklime göre belirlenir.Genel olarak ekvatordan uzaklaştıkça ve deniz seviyesinden yükseldikçe suların sıcaklığı düşer.Yer altı sularının sıcaklığı ise daha çok derinliğe bağlı olup20-40 metre derinlikte(ortalama 33 metrede) 1C yükselir,


ELEKTRİKSEL İLETKENLİK: İletkenlik suyun elektrik akımını geçirme özelliğini ölçer. İletkenlik iyon halindeyken çözünmüş tuzun bulunmasına bağlıdır ve sıcaklık derecesine ve çözünmüş tuzun konsantrasyonuna bağlı olarak artar İletkenlik ölçümü suyun saflığını değerlendirmeye yarar. Saf suyun saflığı çok azdır ve buda kendi iyon ayrışmasından dolayıdır.

H2O H+ OH-

İyonizasyon sabiti: K: [H+] [OH-] : 10-14

Bir suyun elektriksel iletkenliği suda çözünmüş bulunan iyonların cinsi ve konsantrasyonuna bağlıdır.çözünmüş tuz konsantrasyonu arttıkça iletkenlikte artış olur Bu nedenle suların elektriksel iletkenliği ölçülerek çözünmüş tuz miktarı hakkında fikir edinilebilirBir çözeltini özgül elektriksel direnci 1cm2 yüzey alanı ve 1cm uzaklıkta iki elektrot arasında ölçülen dirençtir( ρ : ohm cm) Elektriksel iletkenlik ise elektriksel direncin tersi olarak tanımlanır iletkenlik µs/cm olarak gösterilir

SUYUN KİMYASAL ÖZELLİKLERİ:
SUYUN MOLEKÜLER YAPISI:
Su hidrojen ve oksijen atomlarının birleşmesinden oluşan kararlı bir moleküldür.Kimyasal formülü şöyledir.

H2+ 1/2O2 H2O

Suyun üç şekli vardır :
Sulp (katı ): Normal atmosfer basıncında O C0’nin altında
Sıvı: Normal atmosfer basıncında O C0 İle 100C0 arasında
Gaz: Normal atmosfer basıncında 100C0’den yüksekte

PH :doğal suların PH değerleri içerdikleri maddelere göre değişir.belli bir sıcaklıkta suyun PH derecesi hidrojen iyonlarının aktivitesine bağlıdır

PH= - log(H+) olarak ifade edilir.
Saf su çok az olarak iyonlarına ayrılır.Ayrışma sabiti 25 C’de Ksu = 10-14’tür.

H2O H+ + OH-

Ksu=(H+) (OH-) = 10-

OSTEOPOROZ NEDİR ?


Osteoporoz, kemik erimesi olarak da adlandırılan bu durum kemiklerin incelmesi, zayıflaması ve kırılması ile karakterize bir hastalıktır. Kırk beş yaşından sonra kadınların bir çoğunda osteoporoz görülür. Kemik dokusu sürekli değişen bir dokudur ve kan ile sürekli kalsiyum alışverişi içindedir. Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Yardımcı Üreme Teknikleri Merkezi Klinik Direktörü Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr. Seval Taşdemir yazdı.

Kemikler yapım ve yıkımın dengede olduğu doğal bir süreç yaşar. Menopoz sonrası yapımın çok azalması ile denge yıkım lehine bozulur. Sonuçta kemik kitlesi menopozu takip eden ilk beş yıl içinde her yıl %3 oranında azalır. Takip eden yıllarda ise her yıl kemik kitlesi %1 oranında azalır. Kemiklerin ve dişleri daha sağlam olmasını sağlayan kalsiyum kasların kasılmasında, kalbin fonksiyonlarında, sinirsel iletilerinin düzenlenmesinde ve kan pıhtılaşmasında görev alır. Menopoz sonrası dönemde östrojen eksikliğine bağlı olarak kemiklerden kalsiyum kaybı artar. Kemikler zayıflar ve küçük darbelerle kırılabilir, 60 yaşından sonra omurgada eğrilmeler ve sırt ağrısı yakınması artar, 70 yaşından sonra kalça kırığı görülme ihtimali artar.

Osteoporoz riskini arttıran faktörler nelerdir?
Vücut yapısı önemlidir, küçük kemikli kadınlarda osteoporoz daha sık görülür. Şişman kadınlarda fazla vücut ağırlığına cevap olarak kemikler gelişir ve fazla miktarda olan yağ dokusunda östrojen üretimi fazla olur bu durum osteoporozu önler. Açık tenli olan, ailesinde osteoporoz problemi olan, diyabet, karaciğer, böbrek hastalığı ve tiroid bezi bozuklukları olan kadınlarda osteoporoz daha sık görülür. Kortizon, epilepsi ilaçları, antiasitler, diyüretikler kalsiyum emilimini engelleyerek osteoporoza neden olabilir. Fazla miktarda protein almak, sigara içmek ve alkol almak kemik erimesini arttırır.

Osteoporozun bulguları nelerdir?
Osteoporoz kronik sırt ağrısına, boy kısalmasına, akşamları bacak kramplarına, eklem ağrılarına, diş kaybına ve dişeti problemlerine yol açar.

Osteoporozun önlenmesinde diyetin önemi nedir?
Diyetle alınan kalsiyum osteoporozun önlenmesinde önemli rol oynar. Birçok kadın besinler ile günde 500mg kadar kalsiyum alabilir. Kalsiyum preparatları alarak ile günlük kalsiyum ihtiyacını (1000-1500mg) karşılamak gerekir. D vitamini kalsiyumun emilebilmesi için gereklidir.Yeterli miktarda güneş ışığı almayanlarda D vitamini eksikliği görülür, bir çok gıda D vitamini ile zenginleştirilmiştir. Kalsiyum emilimi için diyetinizin bir miktar yağ içermesi gerekir. Günlük kalori ihtiyacının %30'unu yağlardan karşılamanız önerilir.

Günlük kalsiyum ihtiyacı ne kadardır?
Yetişkin bir insan için günlük kalsiyum ihtiyacı 800 miligramdır. Menopoz öncesi bu ihtiyaç 1000 mg iken menopoz sonrası 1500 mg'a yükselir. Östrojen tedavisi alan kadınlarda günlük 1000 mg'da yeterli olabilir. Diyet ile alınamayan kalsiyum hazır tabletler veya bazı kalsiyum içeren tabletler ile takviye edilebilir. Kalsiyum tabletlerinin emilimi artacağından yemekle birlikte alınması tercih edilir.

Menopoz sonrası oluşan osteoporozun en iyi tedavisi nedir?
Hormon replasman tedavisinin yanında kalsiyumun emilimini sağlayan kalsitonin hormonu ve kalsiyum alınması ve uzun yürüyüşler menopoz sonrası osteoporozun en iyi tedavisidir.

Osteoporozun önlenmesinde hormon replasman tedavisinin yeri nedir?
Östrojen almasında sakınca olmayan kadınlarda östrojen ile yapılacak hormon replasman tedavisi osteoporoz riskini azaltır.

Menopozun hafıza üzerine etkisi var mıdır?
Menopozun kısa dönem hafıza üzerine olan etkisini gösteren az sayıda çalışma vardır. Hastalar bu etkiyi daha çok konsantre olamama ve gözlük, araba anahtarı gibi elindeki bir şeyi nereye koyduğunu hatırlayamama şeklinde ifade eder.

Hormon replasman tedavisi nedir?
Hormon replasman tedavisinde amaç kadında eksilen hormonları menopoz öncesi dönemdeki seviyeye getirmektir. 1960 yılından itibaren menopoz dönemindeki kadınlara östrojen preparatları verilmeğe başlandı. Östrojen kullanımının rahim kanseri görülme olasılığını arttırdığının belirlenmesi üzerine 1975 yılından itibaren tedaviye progestinler eklenmiştir. Hekim hormon replasman tedavisinde kullanacağı preparatları ve dozunu kadının özelliklerine göre ayarlar.

Hormon replasman tedavisinin yan etkileri var mı?
Östrojen tedavisi gören kadınlarda bulantı, su tutulumu, göğüslerde gerginlik, kilo alma ve vajinal akıntı gibi yan etkiler görülebilir. Önceden migreni olan kadınlarda baş ağrısı yakınması artabilir. Progestin ile dengelenmemiş östrojen tedavilerinde rahim kanseri riski artar.

Hormon replasman tedavisinin sakıncalı olduğu durumlar nelerdir?
Hormon replasman tedavisinin sakıncalı olduğu durumlar; rahim kanseri, meme kanseri, kan pıhtılaşma problemleri, aktif safra kesesi ve karaciğer hastalıklarıdır. Bunun yanı sıra önceden geçirilmiş karaciğer ve safra kesesi hastalıkları ile şeker hastası olan kadınlar hormon replasman tedavisi sırasında yakın takip gerektirir.

Hormon replasman tedavisine ne zaman başlanmalıdır?
Hormon replasman tedavisinin yararları kesin olmasına rağmen tedaviye ne zaman başlanması gerektiği kesin değildir. Bir grup hekim menopoz öncesi dönemde başlanmasını önerirken diğer bir grup 1 yıl adet kanamasız dönem geçtikten sonra tedaviye başlanmasını önerir. Osteoporozun engellenebilmesi için menopoz dönemi ile beraber hormon replasman tedavisine başlamak gerekir.

Rahimde myom veya göğüslerde iyi huylu tümör varlığında hormon replasman tedavisi sakıncalı mıdır?
Bu çok sık karşılaşılan bir sorudur. Progestin ile dengelenmiş düşük doz östrojen ve yakın klinik takip ile hormon replasman tedavisini öneren hekimler vardır. Fakat genelde bu durumların varlığında östrojen tedavisi önerilmez.

Hormon replasman tedavisi adetlerin başlamasına neden olur mu? Adetler ne kadar devam eder?
Menopozdan önce doğal olarak gerçekleşen östrojen ve progestin dengesi menopoz sonrasında tedavi ile sağlanırsa bir çok bayanda adetler başlar. Bu durum birkaç yıl sürer ve sonrasında tedaviye rağmen adetler görülmeyebilir.

Ailesinde meme kanseri olan kadınlara hormon replasman tedavisi önerilebilir mi?
Ailesinde meme kanseri olan bayanlarda meme kanseri görülme riski yüksektir. Bu durumda bir çok hekim düşük doz östrojen ve sık kontrol önerir. Böylelikle hem menopoza dair problemler yaşanmaz, hem de erken teşhis ile meme kanserine karşı önlem alınmış olur.

Bir kadının annesinin zor bir menopoz dönemi geçirmiş olması, kendisinin de aynı sorunu yaşayacağını gösterir mi?
Kalıtım menopozda büyük rol oynar. Bununla birlikte sigara, yaşam tarzı, vücut yapısı ve stres gibi faktörlerde menopoza girme yaşını ve zorluğunu etkiler.

Fazla sayıda çocuk doğurmak menopozu geciktirir mi?
Fazla sayıda çocuk doğurmak menopozun bulgularını hafifletse de geciktirmez. Bunun yanı sıra geciken menopoz geç gebeliklere neden olabilir.

Geç menopoz ile uzun yaşam arasında bir bağlantı var mıdır?
Geç menopoz uzun süreli yüksek östrojen seviyesi ve daha genç görünme anlamına gelir. Geç menopoza girmek uzun yaşam ve genç kalmanın yanı sıra geç yaşanan gebelik ve yumurtalık kanseri gibi riskleri de beraberinde taşır. Geç menopozun avantajlarını yaşamak ve risklerinden korunmak için doktorunuzun kontrolünde olmanız gerekir.

Doğum kontrol hapı kullanırken menopoza girildiği nasıl anlaşılır?
Bu çok zordur, çünkü menopoz bulguları hapın etkisi ile maskelenir. Kan FSH ve Östrojen seviyeleri de yanıltıcı olabilir. Bunu anlayabilmek için bir süre doğum kontrol hapı kullanmaya ara vermeniz ve takiben hormon düzeylerinin belirlenmesi gerekir.

Menopozun bulguları ne kadar sürer?
Menopoz öncesi dönem kişiden kişiye değiştiği gibi menopoz bulguları da birkaç yıl veya daha fazla sürebilir. Hormon replasman tedavisi gören bayanlarda ise menopoz bulguları hiç yaşanmaz.

Cerrahi menopoz ile doğal menopoz arasındaki fark nedir?
Doğal menopoz yumurtalıkların yumurta rezervlerini tüketmesi ile 45-55 yaşları arasında ve genellikle bir geçiş dönemi sonucu ortaya çıkar. Cerrahi menopoz yumurtalıkların ameliyat sonucu çıkartılması ile aniden oluşur. Eğer hormon replasman tedavisi uygulanmaz ise cerrahi menopozun bulguları ameliyattan birkaç gün sonra ortaya çıkar.

Ameliyat ile rahim alınıp yumurtalıklar bırakılırsa, ileride menopoza girildiği nasıl anlaşılır?
Menopoz başladığında çoğunlukla ateş basması, gece terlemeleri, uyku problemleri ve vajinal kuruluk gibi yakınmalar başlar. Menopoz dönemine girilip girilmediği yapılan hormon incelemeleri ile kesinleştirilir.

Vücudun su toplaması nasıl engellenebilir?
Yemeklerde alınan ekstra tuz vücutta su tutulmasına neden olur. Bu nedenle yemeklere tuz eklenmemeli ve tuz tüketimi mümkün olduğunca azaltılmalıdır.

Menopoz sonrası dönemde cinsel isteksizlik için ne yapılabilir?
Bu problemin giderilmesinde hormon replasman tedavisi önemlidir. Bu tedavi ile bayanların %90'nı menopoz öncesi dönemdeki cinsel isteğini geri kazanır. Hormon tedavisi vajinadaki kuruluğu giderir, vajina duvarının güçlenmesini sağlayan egzersizler ve kayganlaştırıcı kremlerde cinsel ilişki sırasındaki yakınmaları azaltır. Kişisel bakımınıza ve cinsel yaşamınıza göstereceğiniz özen kendinize olan güveninizi arttırarak sizi daha mutlu ve sağlıklı kılacaktır.

Menopozun vücut ağırlığı üzerindeki etkisi nedir?
Geçen her on yıl ile birlikte kalori ihtiyacı %2-8 azalır. Yapılan düzenli egzersiz fazla kilo alınmasını önler. Yaş ilerledikçe vücuttaki yağ yüzdesi artar ve kas kitlesi azalır. Bu nedenle düşük yağlı diet ve düzenli egzersiz ideal kilonuzu korumanızı sağlar.

Cildimin genç görünmesini nasıl sağlayabilirim?
Cildinizin direk olarak güneş ışığına maruz kalmasından kaçının. Bu nedenle saat 10:00 ile 14:00 arasında gölgede veya içerde olun. Aksi halde cilt koruyucu faktörü en az 15 olan kremler kullanın. Sigarayı bırakın. Sigara ciltte yaşlanmayı ve özellikle ağız etrafındaki kırışıkları arttırır. Egzersiz, dolaşımı ve cilt beslenmesini olumlu yönde etkiler. Vitamin A ve E içeren ve sebzelerden zengin dengeli bir diyet ve bol su cildinizi besleyerek yumuşatır. Ayrıca cildiniz için uygun temizleyici ve nemlendiriciler ile düzenli bir bakım genç ve sağlıklı görünmenizi sağlayacaktır.

KÜRESEL ISINMA NEDİR ?


İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. İklim sisteminde vazgeçilmez bir yere sahip olan sera gazları, güneş ve yer radyasyonunu tutarak, atmosferin ısınmasında başlıca etkendirler. Sera gazlarının bulunmaması durumunda yeryüzünün sıcaklığının bugüne göre 30oC daha soğuk olacağı hesaplanmıştır. Son yıllarda atmosferde çeşitli insan aktivitelerinden kaynaklanan nedenlerle karbondioksit, metan, ozon ve di azot monoksit gibi gazlardan oluşan sera gazları, yeryüzü sıcaklığında belirgin artmalara sebep oluyor. Sera etkisinin artması, troposferin ısınmasında, stratosferin de soğumasında en önemli etken olarak gösteriliyor.



Dünya sıcaklığı değişiyor

Küresel ısınmanın etkisi, hava sıcaklıklarının dünyanın her yerinde artması biçiminde olmayacak. Sıcaklığın artış oranı, orta enlemlerde ve ekvatorda, kutuplardakinden daha farklı olacak. Örneğin ekvatorda, bu artışın, dünya ortalamasının çok altında olacağı tahmin ediliyor. Aslında bu ısınma, dünya iklim sisteminde köklü değişimlere ve aşırılıklara yol açacak. Öyle ki, dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınlar gibi hava olaylarının şiddeti ve sıklığı artarken, bazı bölgelerde de uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme olayları etkili olabilecek. Bunun yanında, sıcaklık artışının kışları, yazlara göre birkaç derece fazla olması bekleniyor. Benzer bir durum, geceyle gündüz arasında da görülecek. Gece sıcaklarındaki artış, gündüz sıcaklıklarındaki artıştan fazla olacak. Bu durumda karalar, geceleri eskisi kadar soğumaya fırsat bulamayacak. Yazla kış, geceyle gündüz arasındaki sıcaklık farkının azalması, bütün dünyadaki rüzgâr çeşitlerini etkileyecek; fırtınaların yoğunluğu, gücü ve rotaları değişecek.

Yağış dönemleri, miktar ve türlerinin değişmesiyle artan sıcaklık, daha çok buharlaşmaya ve buna bağlı olarak da daha çok bulut oluşmasına yol açacak. Kısaca söylemek gerekirse, dünyanın iklimi daha sıcak, daha nemli ve bol yağışlı olacak.

Yeni yağış düzeni

Küresel ısınmanın önemli etkilerinden olan iklim kuşaklarının kayması sonucu, yağmur kuşağı kuzeye doğru genişleyecek. Ancak bu genişleme sonunda yağışlar her bölgede artmayıp, belli bölgelerde yoğunlaşacak. Güney Avrupa'daki yaz yağmurları azalırken, Amerika, Avrupa ve Asya'nın 55 Kuzey enleminin yukarılarında kar yağışı artacak. Daha güneyde kar yağışı azalırken, yağmurlarda bir artış olacak; karın toprakta kalma süresi azalacak. Şiddetli yağmurlar daha sık yağacak ve daha çok su bırakacak.

Sağanak yağışların artışı, yüzey nemliliğini ve bitki örtüsünü etkileyecek. Bunun sonucunda suyun toprakta süzülmesi azalacak, seller artacak. Yeni yağış düzeni, ekilebilecek alanların kuzeye doğru genişlemesine yol açacak. Dağlardaki buzullar ve kar örtüsünün azalmasından dolayı, hidrolojik sistemler ve toprak yapısı çok etkilenecek.

İnsan da tehlikede

Küresel ısınma, kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve diğer bazı hastalıklara sebep olacak. Sürekli sıcak hava, seller, fırtınalar gibi hava olayları, psikolojik rahatsızlıklar, hastalıklara ve ölümlere yol açacak. Yeni alanlara yayılan böcekler ve diğer hastalık taşıyıcılar, bulaşıcı hastalıkların çoğalmasına neden olacak. Hava sıcaklığının artması ve su kaynaklarındaki azalma, kolera tipi hastalıkları yaygınlaştıracak. Üretimdeki bölgesel azalmalar sonucu, açlık ve kötü beslenmede artışlar görülecek. Böcek yumurtalarının ölmesini sağlayan gece ve kış soğuklarının hafiflemesi, önemli bir sorun olacak. Kimi bölgelerde şiddetli kuraklık dönemlerinin ardından gelecek aşırı yağışlar, virüs mutasyonlarının artmasına, buna bağlı olarak da sıtma gibi hastalıkların yayılmasına neden olacak. Öte yandan tarım bitkilerinde görülen hastalıklarda da sıcaklıkla birlikte artış gözlenecek.

Buzulların erimesi ve sıcaklık artışı, okyanuslardaki suları genleştirip, denizlerin seviyesini yükseltecek. Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyılardaki toprak kaybının yanı sıra, kıyılara yakın temiz su kaynaklarının denizle birleşmesine neden olacak. Artan buharlaşma yüzünden göl ve ırmaklarda meydana gelecek su kaybı, 21. yüzyılın en önemli meselelerinden biri olacak. Tatlı su kaynaklarının kalitesinde, tuzlu su karışımı nedeniyle azalma olacak.

Tarım, turizm ve diğer ekonomik aktiviteler bu durumdan olumsuz etkilenecek; gelişmekte olan birçok ülkede yerli halkın beslenme ve yakıt kaynakları yok olacak. Yüksek deniz seviyesi, yüksek gel-git, kuvvetli dalga ve tsunami gibi riskli doğa olaylarına sebep olacak. Deniz seviyesindeki yükselmesiyle düz alanlar seller altında kalarak, kıyılardaki üretim alanları zarar görecek. Bunun sonucu milyonlarca insan kıyı alanları ve küçük adalardan göç edecek. Kurak bölgelerdeki çiftçiler daha çok sulama yapıp, daha fazla tarım ilâcı kullanacaklarından, bu bölgelerde tarımsal etkinliklerin maliyeti artacak. Gelişmekte olan ülkelerin kurak ve yarı kurak alanları, bazı kıyı alanları, deltalar ve küçük ada gibi bölgeleri tehlike altında kalacak. Kırsal alanlarda doğal kaynakların verimliliğindeki gerileme sonucu, kırsal alandan kente göç hızlanacak